Gelin cahil olalım


İşe yaramayan bilgiler bir taraftan el değmemiş ve organize olmamış veriler halinde hayatımızın bir bölümünü doldurmaya devam ederken, işe yarar bilgilerimiz gittikçe daralan bir alan içinde mahpus kalıyor. Gittikçe daralan alanlarda bilgimiz, genişleyen alanlarda da cehaletimiz artıyor. 

ÜMİT ŞİMŞEK


Günün birinde cehalete muhtaç olacağımız kimin aklından geçerdi? Bilginin her türüyle her taraftan kuşatılmış durumdayız; hergün artan bir tempoyla bilgi üzerimize yağmaya devam ediyor. O bizi bulmazsa biz onu iki klavye darbesiyle internet âleminin derinliklerinden bulup çıkarıyoruz. Ayırımcılık ise zamanımızın hoş karşılanmayan bir özelliği; doğrusuna yanlışına, gereklisine gereksizine bakmadan hepsine dünyamızda bir yer ayırıyoruz.

Bütün bu öğrendiklerimizle, akla gelen her konuda yorumlar yapabiliyor ve bu yorumları bir anda binlerce kişinin dünyasına yeni bilgi birimleri olarak aktarabiliyoruz. Sahip olduğumuz engin birikimle içtihad alanımız bir taraftan dünyanın en köklü problemlerini, diğer taraftan da filanca ünlü kişinin özel hayatıyla ilgili en ince ayrıntıları kapsıyor.

Fakat ne oluyorsa, bilginin gerçekten işe yarayacağı an geldiğinde oluyor. Bütün öğrendiklerimiz o anda buharlaşıveriyor ve bir uzmana olan ihtiyacımızı bütün şiddetiyle hissetmeye başlıyoruz.


***


Bilgi artışı, bir açıdan bakıldığında, yeni icadların, yeni mesleklerin ve yeni uzmanlık alanlarının da ortaya çıkması olarak görülebilir. Fakat bunların da hiçbiri uzun ömürlü değildir; çünkü meslekler ve uzmanlık alanları da bölünerek çoğalmaya devam ediyor. İnsanlar gittikçe daralan alanlarda uzmanlaşmak yahut meslek sahibi olmak zorunda kalıyorlar.

Başka bir deyişle:

İşe yaramayan bilgiler bir taraftan el değmemiş ve organize olmamış veriler halinde beynimizin (ve tabii hayatımızın) bir bölümünü doldurmaya devam ederken, işe yarar bilgilerimiz gittikçe daralan bir alan içinde mahpus kalıyor. Gittikçe daralan alanlarda bilgimiz, genişleyen alanlarda da cehaletimiz artıyor. Fakat farklı hızlarda:

Birincisi üçer beşer, ikincisi ise yüzer biner artıyor.

Sonuç ise, resimde görüldüğü gibi, hızla cahilleşen bilgi toplumlarıdır.


***


Eğer faziletin egemen olduğu toplumlar halinde yaşasaydık, bu durum bizi fazlaca etkilemezdi. Nihayet insanlar birbirine muhtaç şekilde yaratılmıştır; birbirine saygı ve sevgiyle bağlı topluluklarda uzmanlara duyulan ihtiyaç da bağları canlı tutan bir unsur olurdu.

Fakat hinliği ve cinliği bir medeniyet ilkesi olarak benimsemiş toplumlarda çarklar da tersine dönüyor. Arabasından bir tıkırtı duyan doktor, çaresiz şekilde kendisini tamircinin (yahut daha da kötüsü, servisin) insafına terk ediyor ve bir kablo değişikliğiyle atlatılabilecek arıza için motorun indirilmesine razı oluyor. Ama olsun! Nasıl olsa ustanın da birgün yolu hastaneye düşecek ve doktora olan borcunu gereksiz tetkik masrafları olarak fazlasıyla ödeyecektir!

Toplum ölçeğine vurulduğunda, sonuç itibarıyla herkesin birbirine işi düştüğü ve herkes birbirini gücü ve imkânı nisbetinde kazıkladığı için, değişen birşey olmadığını düşünebilirsiniz. Fakat alacak-verecek itibarıyla durum öyle olsa da, aynı sonuca ulaşmak için daha fazla emek harcanmakta, meselâ insanlar on liraya ödeşebilecek iken bin liraya ödeşmekte, bunun sonucunda da zihinlerde “Peki biz bu şeyi niye yedik?” şeklindeki o meş’um soru belirmektedir.


***


“Faydalı Bilgiyi Yayma Derneği” adında bir cemiyetin varlığından haberdar olan ünlü düşünür Thoreau, bunun yanı sıra bir de Faydalı Cehaleti Yayma Derneğinin kurulmasını teklif eder. Bizim bilgi olarak övündüğümüz şey, aslında, birşey bildiğimizi sanmaktan ibaret bir aldanmadır ki, Thoreau bunu “pozitif cehalet” olarak adlandırır.

Pozitif cehalet, ünlü düşünüre göre, gerçek cehaletin faydalarından bizi alıkoyan şeydir. Çünkü bilgiye olan ihtiyacımızı hissettirmez. İnsanın bu ihtiyacını hissettiği an ise, tıpkı bir atın bahar günü ahırdaki saman yığınını eğeri ve dizginleriyle birlikte geride bırakıp da yemyeşil çayırlara özgürcesine atılmasını andırır. Yıllarca üşenmeden okuyup durduğumuz gazetelerle hafızalarımıza yığdığımız bilgiler, ahırdaki saman yığınıdır. “Bu kadar saman yiyip durmak artık yetişir,” der Thoreau. “Yeşile yayılın, büyük fikir tarlalarına açılın artık!”


***


Tiryakisi haline geldikten sonra saman yığınlarından vazgeçmek dünyanın en zor işidir. Asıl tiryakisi olunacak bilginin farkına ve tadına varmak için, önce kendimizi cehaletin kucağına atmak gerekiyor. Çoğumuzun korkulu rüyası haline gelen “gündemden kopmak”  bunun ilk ve en hayırlı adımıdır.

Bitip tükenmeyen horoz döğüşlerinden haberimiz olmayıversin. Filân dizinin saçmalıkları hakkında eş dostla çene yarıştırma imkânından biraz yoksun kalalım. Hangi oyuncunun hangi soytarıyla nerede ne nane yediğini bilmeyiverelim. Vatan yahut dünya kurtarılmayı biraz daha beklesin. Onların hiçbiri bir yere kaçacak değildir; on sene sonra şöyle bir bakacak olsanız hepsini yine aynı yerde bulursunuz!

Gelin, biz bir an için cehaletimizle baş başa kalalım da o bize ihtiyaçlarımızı söylesin.

Yani, önce hayatımızı dolduran faydasız bilgi yığınlarını bir bahar temizliğiyle süpürüp atalım.

Ondan sonrası için nereden başlayacağımıza gelince.

İmam Gazalî’nin, “Öncelikle hangi ilmi tahsil edeyim?” diye soran talebesine verdiği cevap, bir başlangıç noktası olabilir:

Ömründen bir hafta kalmış olduğunu bilseydin hangi ilmi öğrenirdin?