Kimlerin yolundan gidilir?



KUR’ÂN’IN ölçüleri, insana dininde ve dünyasında doğru yolu gösteren hayat prensipleridir. Kur’ân’ı okuyan ve ona kulak veren kişi, bu ölçüler sayesinde, işlerinde yaş tahtaya basmaktan korunmuş olur. Küçük veya büyük, dünyaya veya âhirete ait işlerin tümü için bu ölçüler şaşmaz birer hidayet rehberidir; âhiret için ise, zaten bu ölçülerin alternatifi yoktur. Kur’ân’ın ölçüleri olmadan başka bir kurtuluş yolu bulmak mümkün olmadığı gibi, bu ölçülere sadık kalan bir kimsenin de şaşma ihtimali yok demektir.

Böyle ölçülere insanın her zaman ihtiyacı vardır; bugünkü ihtiyaç ise had safhadadır. Çünkü insanları birbirinden farklı yollara çağıranların haddi hesabı olmadığı gibi, iletişim araçlarının yaygınlığı, her kafadan çıkan bin bir türlü sesi dünyanın her tarafından işitilir hale getirmiştir. Din gibi insanın ebedî hayatını ilgilendiren en önemli bir konuda birbirinden çok farklı görüşler, kıyasıya yarış halinde, insanları bir taraflara doğru çekmektedir.

Herkes çeşit çeşit yollara çağırdığına göre, bütün bunların birden doğru olmasına imkân yoktur. Ama insan nereden anlayacaktır hangi yolun doğru, hangisinin eğri olduğunu?

İşte, Kur’ân, son derece kısa ve o kadar da net bir ifadeyle bu soruyu cevaplandırıyor:

“Bana yönelenlerin yolunu izle.”

Bu ifade ilk bakışta fazla soyut görünebilir. Zira herkes Allah’a yöneldiğini ve insanları Allah’a çağırdığını iddia edebilir. Bunlar arasında gerçekten Allah’a yönelmiş olanlar nasıl ayırt edilebilir?

Fakat âyet Allah’a yönelme konusunu soyut bir iddia seviyesinde ele almamış, fiil ve hareket seviyesinde, bir yaşayış tarzı olarak göstermiştir. Yani, Allah’a yöneldiğini söyleyenlerin değil, Allah’a yönelenlerin yolunu izlemek gerektiği bildirilmiştir. Bu ise, “Yolunu izleyeceğiniz kimsenin hal ve hareketlerine bakın,” demektir. “Onların nasıl yaşadıklarına dikkat edin. Bu hal ve hareketlerin sonu nereye varıyor? Bu yaşam biçimi neyi hedef alıyor? Bunu iyice ölçüp biçin.”

Daha başka âyetler, bu âyetin anlamını daha da ayrıntılı bir şekilde destekler. Ayrıca, izinden gidilmemesi gereken kimseleri anlatan âyetler de vardır. Ancak bütün bu âyetlerin gereğini yapmak ve onu hayata yansıtmak, insanın kendisine düşen bir çabadır. Zira âyet kimsenin adını, adresini verip de “İşte bunun ardından gidin, şunun ardından gitmeyin” diyecek değildir. Dinini ciddîye alan bir kimse, ebedî hayatını tehlikeye atmamak için, Kur’ân’ın bu uyarılarını da ciddîye almak ve hangi yolu izleyeceği konusunda iyice düşünüp taşınarak seçim yapmak zorundadır.

Eskiler, bu konuda bir hayli pratik çözümler geliştirmişlerdir. İşte bunlardan, nümune teşkil edebilecek bir tanesi:

“Biz ilim almak için birisinin yanına gittiğimizde, namaz vakti girinceye kadar bekler, sonra onun namazına bakarız. Eğer namazı güzel ise, diğer halleri daha da güzeldir deyip onu dinleriz. Namazı kötü ise, diğer hallerinin daha da kötü olduğuna hükmeder ve onu terk ederiz.”

Diğer taraftan, bir kimseyi sadece namazı ve ibadetiyle değerlendirmenin de insanı aldatabileceğini, ferasetiyle meşhur büyük Sahâbî Hz. Ömer'in (r.a.) şu sözlerinden anlıyoruz:

Bir kimsenin namazına ve orucuna bakmayın. Konuştuğunda doğru söyleyip söylemediğine, kendisine emanet edildiğinde yerine getirip getirmediğine bakın. (Beyhakî, Şuabü’l-îmân, 4:230).

Zamana ve zemine göre, bu konuda geliştirilebilecek çok çeşitli yöntemlerden söz etmek mümkündür. İnsanlar, üç günlük dünya hayatında bile kimlerle iş yapacakları konusunda gelişigüzel davranıp da emeklerini ve servetlerini heba etmezler. Âhiret hayatı ise, bu duyarlılığın daha fazlasına lâyıktır. Çünkü din konusunda yanlış yol izleyen bir insanın, varacağı yere vardıktan sonra bir daha geriye dönüş imkânı kalmaz. Onun için, bir yola girmeden önce, insan, kendisini oraya çağıranlara dikkat etmelidir:

Bakalım, o çağıranın yönü ne tarafı gösteriyor?

Allah’ın rızasını mı, dünya menfaatini mi?

Âyet bu konuda insanın önüne net bir ölçü koymuş, “Bana yönelenlerin yolunu izle” buyurarak insana doğru yolun adresini göstermiş ve onu kendi sorumluluğuyla baş başa bırakmıştır.