Yanınızdaki arkadaşa iyilik edin.
Nisâ sûresi, 4:36
***
Ümit Şimşek
ÂYET-İ KERİME, sadece Allah’a kulluk etmeyi emrettikten sonra, anne ve babadan başlayan bir liste veriyor ve bunlara iyilik edilmesini bildiriyor. Arkadaşa iyilik de bu listenin buyrukları arasında yer alıyor.
Mü’min, daha başka âyetlerle ilgili olarak da işaret ettiğimiz gibi, zaten iyilik işlemekle yükümlü olan, kendisinden daima iyi ve güzel şeyler umulan kimsedir. Ancak bu ve benzeri âyetler, genel anlamdaki bu iyilik kavramı için nokta hedefler de göstermekte, mü’minin dikkatini ve iyilik çabalarını özellikle bazı yerlere yönlendirmektedir. Bu âyetin listesinde geçen “yanınızdaki arkadaş” deyimi ise, bu konudaki İlâhî buyrukların ruhunu yansıtması açısından, oldukça dikkat çekici bir durum ortaya çıkarmaktadır.
Âyette sayılan diğer kimseler ile insanın şu veya bu şekilde bir akrabalığı veya onlara karşı bir sorumluluğu vardır. Bu madde ise, hiçbir sınırlama getirmeden, başkaca bir tanım da yapmadan, genel bir ifade ile, “yanında bulunmayı” bir iyilik sebebi olarak göstermektedir. Bu, her türden arkadaşlığı—tabii ki Allah’a isyan ve kötülükte beraber olmak gibi durumların dışında—içine alan bir tanımdır. Karı-koca gibi hayat arkadaşlarından tutun, mescid arkadaşlığı, yol arkadaşlığı, iş arkadaşlığı, okul arkadaşlığı, asker arkadaşlığı, ticaret arkadaşlığı, hattâ dolmuş kuyruğundaki üç beş dakikalık arkadaşlığına varıncaya kadar akla gelebilecek her türlü beraberliklerin bu tanım içinde bir yere sahiptir. Yani, bunlardan herbirine karşı, mü’minden beklenen bir iyilik vardır. Daha başka bir deyişle:
Mü’minin yanına yaklaşan kimse ondan bir iyilik görür. Mü’minin yanında bulunmak demek bir lütfa erişmek demektir. Mü’minle beraber olmak demek, bir güzellikle beraber olmak demektir. Mü’mine yaklaşmak demek, onun iyilik alanına girmek demektir. İman ne kadar kuvvetli olursa, onun bir özelliği olan ihsan da o kadar güçlü bir çekim alanı oluşturur. İhsan denen kavram bir cazibedir ki, Yer ve Gökler Rabbi onunla kulları birbirine bağlar—tıpkı yıldızları ve gezegenleri yerçekimiyle birbirine bağladığı gibi.
Bu emir, hiç şüphe yok ki, Yüce Allah’ın sonsuz rahmetinden gelmektedir. O, kullarına ihsanda bulunduğu gibi, kullarını da birbirine ihsan ederken görmek ister. Böylece, ihsanını iki katına çıkarır:
Aynı lütuf içinde hem ihsan edilene, hem de ihsan edene bir nimetini tattırmış olur. Hattâ, denebilir ki, iyilik yapan kul, bu hareketiyle, Rabbinin kat kat ihsanına erişmiştir:
Bir taraftan o ihsanıyla Rabbinden gelen bir büyük mazhariyete erişirken, bir taraftan Rabbi ona bu lütfunun yanı sıra bir de âhiret sevabı bağışlamakta, bir taraftan da iyilik yapılan kardeşinin muhabbetini ayrı bir nasip olarak ona lütfetmektedir. Yer ve Göklerin Rabbi, kulları üzerindeki nimetlerini işte böyle çoğalttıkça çoğaltır.
Bu durum, aynı zamanda bir muhteşem tevhid delilidir. Bütün kulların bir Rabbi olan Allah, kulları arasında pek çok birlik vesileleri yaratarak onları akrabalıktan arkadaşlığa varıncaya kadar pek çok rabıtalarla birbirine bağlamakta, böylece onların en geniş dairedeki topluluklarından en dar dairedeki kalplerine, en gizli duygularına kadar herşeyleri üzerinde hükmeden kudret ve rahmetini, en tatlı lütufları içinde sarıp sarmalayarak bize göstermektedir.
Ve tabii, bütün bu buyruklara, o sonsuz rahmet ve kerem sahibinin hazinesinde bizim için daha nice lütufların saklı bulunduğunu bildiren haberciler olarak bakmamız gerekir.
Düşünebiliyor musunuz, yanından geçen herkese iyiliği dokunacak derecede bir ihsan makinesi olup çıkmış bir mü’min, şu haliyle, Rabbinin rahmet hazinelerinden bir parıltıya ayna olabiliyorsa, ya o hazinelerin sahibine kullukla ve itaatle yaklaşan bir kula dokunacak iyilikler, lütuflar, ihsanlar, nimetler, mükâfatlar nasıl hangi yere, hangi göğe, hangi hayale sığar?