Sonbahar kadar haksızlığa uğrayan bir mevsim daha yoktur. Nedense, onunla beraber hemen hüzün akla geliverir. Gerçi yaz mevsimini birtakım gelip geçici maceralarla tüketip de güze gelince ayrılık acısıyla baş başa kalanlar için bu durum geçerli olabilir; ama o da sonbaharın doğasıyla değil, kişinin hayat tarzıyla ilgili bir meseledir.
Sonbaharın bir hüzün mevsimi olmaması gerektiğine en büyük bir delil, onun renkleridir. Serinleyen havaya karşılık, o, ısınmış renklerle gelir. Bunlar, insanın ruhunda sıcak duygular çağrıştıran canlı renklerdir; hiçbir ressam bu renklerle bir matem tablosu çizmez.
Gerçi yapraklar kızarıp sararmaya başladı mı, toprağa düşecekler demektir. Fakat anlamsızlık ve tesadüfe asla yer vermeyen bir kâinatta yaprakların sıcacık renklerle toprağa düşmesinde de bir haşir müjdesi yok mudur?
***
Bahar ne kadar bahar ise, sonbahar da o kadar bahardır. Şu farkla ki, birinde çiçeklerin, diğerinde yaprakların bayramı seyredilir. “Hangisi daha güzel?” derseniz, “Özlenmiş olan” derim.
Önce bahar özlenmiş olarak gelir, sonra yerini yazın zenginliğine bırakır; bu da meyvelerin bayramıdır. Arkasından, aynı özlem duyguları içinde sonbahar rengârenk yapraklarıyla gelir. Sonra o da yerini kış mevsimine, yani, ağaçların mimarîsine bırakır. Diğer mevsimlerde çiçeklerin, yaprakların ve meyvelerin arasında pek göremediğiniz dalların vücuda getirdiği o muhteşem mimarîyi sadece kış mevsiminde doya doya seyredebilirsiniz. Kış mevsimi de tekrar yerini bir sonraki bahara bırakır. Böylece, her ayrılış, aynı zamanda özlenen bir misafirin gelişini müjdeler.
İşte bu dünyanın en esaslı bir kanunudur: Gelen bir güzellikle gelir, giden bir güzellikle gider. Gece semâsının göz kamaştırıcı manzaraları ile gece sakinlerinin tesbihatlarına fecir zamanının rengârenk tebessümleri içinde vedâ ederiz. Fakat o da yeni bir gün ile buluşmak ve yeni günün tecellîlerine kavuşmak mânâsına gelir. Nihayet zamanını doldurunca gün de muhteşem gurup manzaraları eşliğinde bize vedâ eder ve yerini başka bir gece âleminin güzelliklerine bırakır.
***
Günler böylece değişir, mevsimler değişir, herşey değişir. Fakat değişmeyen iki şey vardır:
Güzellik ve nimet.
Güzeller gider, fakat başka güzelliklere yer açmak için gider. Gelen güzellikler de ellerini gaybî rahmet hazinelerinden daha başka nimetlerle doldurmuş olarak gelir. Her yeni günle ve her yeni mevsimle, yeni yeni nimet sofraları serilir yeryüzü misafirlerinin önüne. Ve sofralar, bir usanç meydana getirecek kadar kalmazlar; nimetlerin tadı damakta iken yerlerini başka sofralara terk ederler. İşte burası, iki bakış açısının birbirinden ayrıldığı noktadır.
Kimi bu noktada gidenin arkasından ağlar, kimi de geleni sevinçle ağırlar. Aynı manzara birincisinde ayrılık, ikincisine yenilenme olarak algılanmaktadır.
İkinci bakış açısını bir hayat tarzı olarak bize kazandıracak olan anahtar, şükürdür. “Çünkü şükür, nimette in’âmı görmek demektir” der Bediüzzaman. “İn’âmı görmek ise, nimetin zevalinden hasıl olan elemi giderir. Zira şimdiki nimet zeval bulurken yerini ademe bırakmaz ki sana elem versin; meyve gibi, benzerlerinin gelmesi için yerini boşaltır, tâ ki sana teceddüd lezzetini tattırsın.”
Tabii ki, şükrün de bir şartı vardır: nimeti nimet olarak görebilmek, nimetin farkında olmak.
Sonbahar gibi bir nimetler manzumesinin farkına varmak için de, içine daldığımız hayatın parazitlerinden kendimizi kurtarmamız gerekiyor.
Sonbaharın güzelliklerini görmek mi istiyorsunuz?
Günlük hayatınızın içinde ona yer ayırın.
Sonbaharın neş’esini yaşamak mı istiyorsunuz?
Şükretmeyi deneyin.
Her bir şükür, bu özlenmiş güzelliklerinden bir kısmını daha bir nimet sofrası halinde bütün duygularınızın önüne serecektir.
-- Ümit Şimşek
Bu sitede yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz: