Onaltıncı yüzyılın büyük alimi İmamı Birgivi, 1522 senesinde Balıkesir’de doğdu. 1573 senesinde de Ödemiş’in Birgi kasabasında vefat etti.
İstanbul’da mevki ve mansıp sahibi biri iken, bir gün bir şeyleri kafası almadı. Kaldırmadı ve çekti gitti!.. Çoklarının yaptığı gibi, o kendi yalnızlığında tasavvufa da iltica etmedi. Belki bir Ebuzer gibi, kendi yolunca tek ve tenha yaşamayı göze aldı. Bildiğini ve inandığını alâyişten uzak bir dil ile yazdı da yazdı.
İşte o tek ve yalnız yaşamayı göze alabilen alimin sayısız eserlerinden biri de, Risale-i Birgivi’dir. Müminlere Nasihat adıyla da bilinir. Onu bir ara Bedir yayınevi neşretmişti. Şimdi piyasalarda kalmış mıdır bilmiyorum.
O Birgivi, “Allah’ın sıfat-ı selbiyesi beyânındadır” diyor ve başlıyor söze: “Birinci nasihatim budur ki, her Müslüman şu sözü söyleye!..
“Şehadet ederim ki Allahu Teâlâ’dan başka kendine ibadet edilmeğe lâyık ve müstahak hiçbir varlık yoktur. Şeriki ve naziri bulunmaz. (…) Varlığının evveli ve ahiri yoktur. Varlığı kendindendir, gayrıdan değildir. Zatı şerifesi de kendine layık bir hal üzere sabittir.”
Yine o küçük, muhtasar Nasihatname’sini, kendi yalnızlığında ve sanki bütün ümmeti Müslümanlar da onu dinliyormuş gibi bir hava içinde, öyle yazıyor. Hayır yazmıyor!.. Belki tam tersine, kafasını dirseğine dayamış, gözlerini de boşluğa veya ufuklara çevirmiş, ıssız bir insanlığa karşı tek tek, tane tane konuşuyor Birgivi!..
“Birinci nasihatim budur ki!..” Amacı da doğru dürüst, iltibasa mahal bırakmayan bir imanın, yani itikadın çerçevelerini çizmek!.. Rabbimizin murad ettiği biçimde, sağlam bir “tanrı” inancı inşa etmek!.. Sizin anlayacağınız, kılı kırk yarıyor bu hususta Birgivi!.. Sözü de eğip bükmeden, dosdoğru söylüyor.
Fakat o günden bugüne, emsâl kitapların bir özelliği varsa, o da inanmış, hazır bir kitleye karşı konuşmalarıdır. Yani inanmayanı değil, inananı muhatap almaları!.. Sayısız kitapların hemen çoğu böyledir. Küçük büyük ilmihal kitapları, bu tür kitapların genişletilmiş biçimleri hep aynıdır. Kendi içine kapanmış imparatorluk dönemlerimizden beri de, bu durum bir türlü değişmez.
Kuşkusuz on dokuzuncu yüzyılda modern bilimin ve felsefenin gelişmesinin ardından, “Amentü”yü yeni baştan kurmayı deneyenler çıkmadı değil. Bu yolda en büyük gayreti sergileyen kişi de, hiç kuşkusuz Bediüzzaman Said Nursi’den başkası değildir. Fakat aradan nice zamanların geçtiği, soruların çoğaldığı, itirazların da aynı nisbette artış gösterdiği unutulabilir mi? Yani iman ve itikat sabit olsa bile, onun her yeni devirde, yeni baştan izah ve yorumu gerekmez mi? Hele hele bütünüyle açık bir toplum haline geldiğimiz, sınırların kalktığı, her türlü zihinsel koruma duvarlarının da adeta infilâk ettiği böyle bir çağda!..
Dolayısıyla şimdi herkesin politikanın, mevkinin ve makamın, gösterişli yaşamaların, dahası sayısız dünyevi tatminlerin peşinde kendini unutur hale geldiği böyle bir çağda birisi çıkıyor, “Amentü”yü yeni baştan izaha kalkışıyor günümüzde sayısı o kadar çoğalmış kuşkuları, tereddütleri, gizli açık itirazları hesaba katarak, ayrıca da bilim ve felsefe kılıklı sayısız bilgiyi nazarı itibara alarak!..
“Sade Hayat” adlı eski bir çalışmasına (2005), “Güzellik fazlalıklardan arınmadır” ya da “arınmadadır” gibi bir cümle ile başlayan Ümit Şimşek, bu son çalışmasında da sanki aynı şeyi yapıyor. Yerlere ve göklere ait sayısız bilgiyi, ya da bilgi namına sahip olduğumuz sayısız teferruatı tevhid ederek, onların arasından gerçek ve hakiki bir “Amentü” şuuruna eriyor.
Bu bakımdan, “İslam İnanç İlmihali” adlı bu çalışma, benim o kadar hoşuma gitti, tarif edemem. Nitekim ilgili çalışmanın ortaya koyduğu çağdaş sistematiği ve seviyeyi, Diyanet İşleri Başkanı sevgili Görmez de fark etmiş ki, onu hemen Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasına dahil etmiş. Kitap basılmış, basıldığı gibi de anında bitmiş!.. Baskı sayısı da o kadar fazla olduğu halde!..
Peki sonra? Sonra yeniden basmaya karar vermişler. Şimdi de Ümit Şimşek’in bu eserini Diyanet, farklı farklı dillere tercüme ettirmeye karar vermiş. Meselâ Çince’ye bile tercüme ediliyormuş, düşünebiliyor musunuz? Şimdi alabildiğine yaygınlaştığı şekilde, hepimiz Esmaü’l Hüsna’yı ezberleyelim!.. Esmaü’l Hüsna’yı sayısız kere besteleyelim, söyleyelim. Fakat piyasadaki yaygın İslâm ilmihallerinden hiçbirine benzemeyen bu özgün çalışmayı da asla ihmal etmeyelim. Çünkü bu eser bildiğimiz cinsten ilmihallerin hiçbirine benzemiyor!..
Ayrıca o, “Ef’âl-i Mükellefîn” cinsinden bir kitap da değil. Bize “amel” öğretmiyor çünkü. Tam tersine, bütün amellerin tahakkuk merkezi şuuru inşaya çalışıyor. Bütün amacı da gerçek ve hakiki bir “tanrı, şuruuna bizi erdirmek!.. Yani bambaşka, yepyeni bir “iman ilmihali”!..
Dolayısıyla İmamı Birgivi’lerin ve Bediüzzaman’ların çağdaş bir şâkirdi olarak Ümit Şimşek’i, ayrıca da böyle bir eseri fark ederek listesine dahil eden Diyanet’i gönülden tebrik durumundayız.
— Yeni Akit