Yalan sözün putperestlikten farkı yok


Putların pisliğinden kaçının, yalan sözden kaçının. Hac sûresi, 22:30


Ekberü’l-kebâiri (büyük günahların en büyüklerini) haber vereyim mi?” Allah’a ortak koşmak, anne-babaya âsi olmak. Ve, haberiniz olsun, yalan söz ve yalan şahitlik. Haberiniz olsun, yalan söz ve yalan şahitlik. Haberiniz olsun, yalan söz ve yalan şahitlik…” (Buharî, Edeb: 6)


Hac sûresinin hac ve İslâm şeairi ile ilgili hükümlerini açıklayan âyetlerinin tam ortasında, birden bire iki yasak beraberce hatırlatılır:

Putperestlik ve yalan söz.

Bunlar zaten en baştan yasaklanmış olan ve Kur’ân’ın en şiddetli hücumlarının hedefinde yer alan iki pislik idi. Burada hem birbiriyle irtibatlandırılmış, hem de İslâmın en görkemli ibadet ve alâmetlerine dair hükümlerinin arasında yer almıştır. Bu suretle, Müslümanların bu iki pislikten ne kadar uzak durmaları gerektiği açık bir dille anlatılmış olmaktadır.


İşte Allah'ın buyrukları bunlardır. Kim Allah'ın hürmet edilmesini istediği şeylere saygı gösterirse, bu onun için Rabbinin katında hayırlı olur. Yasaklanmış olduğu bildirilenler dışındaki hayvanların etleri ise size helâl kılınmıştır. Artık putların pisliğinden kaçının, yalan sözden kaçının. (Hac, 22:30).


Yalan konusunda Allah’ın Elçisi de böyle bir sürpriz yapmış ve bir gün sabah namazını kıldıktan sonra ayağa kalkarak “Yalan şahitlik (veya yalan söz) Allah’a ortak koşmakla bir tutulmuştur” demiş, sözü üç defa tekrarlamış, arkasından da Hac sûresinin bu âyetini okumuştu. (Ebu Davud, Akdiye: 15; Tirmizî, Şehadat: 3; İbn Mace, Ahkâm: 32).

Daha başka bir sefer de Allah’ın Elçisi aynı uyarıyı âniden ve biteviye tekrarlamak suretiyle şu şekilde yaptı:


Ebû Bekre (r.a.) anlatıyor:

Resulullah (s.a.v.) “Size ekberü’l-kebâiri (büyük günahların en büyüklerini) haber vereyim mi?” diye sordu.

“Evet yâ Resulallah” dedik.

Buyurdu ki: “Allah’a ortak koşmak, anne-babaya âsi olmak.”

Sonra yaslandığı yerden doğruldu ve “Haberiniz olsun, yalan söz ve yalan şahitlik. Haberiniz olsun, yalan söz ve yalan şahitlik, haberiniz olsun, yalan söz ve yalan şahitlik…”

Sonra bunu o kadar tekrarladı ki, “Herhalde susmayacak” dedim. (Buharî, Edeb: 6).


Kur’ân’ın ve Hadisin yalan-şirk ilişkisine bu kadar vurgu yapması bir yandan yalanın ne kadar vahîm bir suç olduğunu gösterirken, diğer yandan da bizim bunu şaşılacak bir şey olarak görmemiz, yalanın mahiyetini teşhis etmekteki acz ve zaafımızı ele vermektedir. Her ikisini de her gün tekrar tekrar hatırlamaya ihtiyacımız vardır. Gerek yalanın affedilmeyecek bir suç olan şirk ile doğrudan bağlantılı oluşu, gerekse bizim tiryakilik denecek bir ölçüde yalana tutkunluğumuz, radikal bir tedaviyi gerektiren bir ölümcül hastalık olarak görülmelidir. Bu tedavinin en küçük bir tavizi kaldırmayacağına delil, “maslahat” gibi menfezlerden sızan yalancılığın bugün başta medya, ticaret ve siyaset olmak üzere hayatımızın bütün alanlarını istilâ etmiş ve çoğumuzu amel defterine her gün yüzlerce yalanı hiçbir korku ve rahatsızlık duymaksızın ilâve eder hale getirmiş olmasıdır. Bu üç alan hayatın bütün kesimlerini doğrudan ilgilendirdiği için, böylesine amansız bir yalancılık yarışının hemen hemen herkesi etkilediğini söylesek, herhalde biz de yalan bir iddiada bulunmuş olmayız.

Böylesine bir yalan pandemisi hiç şüphesiz birden bire ortaya çıkıp toplumları kuşatmış değildir. O, yalanı putperestlikle bir tutan bir dinin mensupları arasında kök salarken, tıpkı bir virüsün bedende yerleşip üçer beşer çoğalmasını andırır şekilde davranmış, “maslahat” gibi bazı mazeretlerin açtığı deliklerden sızarak hayatın bütün alanlarına yayılmış ve nihayet bütün toplumu kuşatmıştır. Onun içindir ki, Bediüzzaman Said Nursî, daha yirminci yüzyılın başlarından itibaren İslâm âleminin dikkatini bu tehlikeye çekerek, “Maslahat için yalan fetvâsını zaman neshetti” demişti. Onu bir asır önce onu bu hükme sevk eden şu sözlerindeki haklılık şimdi herkesin göreceği kadar aşikâr değil mi:


Maslahat ve zaruret için bazı âlim[ler yalana] "muvakkat" fetvâsı vermişler. Bu zamanda o fetvâ verilmez. Çünkü, o kadar sû-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez. (Hutbe-i Şamiye).


Ağzımızdan çıkan yahut okuyup işittiğimiz ve bilinçli veya bilinçsiz şekilde haklı bulup taraftar olduğumuz yalanları bir süre için yakın takip altında tutmamız, bu musibetten uzaklaşmak için iyi bir adım olabilir. Her gün, belirli aralıklarla, meselâ son iki saat içinde maruz kaldığımız yahut ağzımızdan çıkan asılsız sözleri küçük büyük veya dost yahut düşman sözü demeden, hiçbir mazeret ileri sürmeden kayıt altına almak, şu andan itibaren bizim ajandamızın öncelikli maddeleri arasına girebilir. Böyle bir takibe, yalanın en küçük bir kokusunu kilometrelerce uzaktan hissedip ondan nefretle kaçacak bir halet-i ruhiyeyi kazanıncaya kadar devam etmeliyiz.

Yalan için de, doğruluk için de küçük-büyük demeyelim. Çünkü sıddıklar defterine de, kezzaplar defterine de kaydolmanın yolu küçüklük veya büyüklükten ziyade, devamlılıktan geçiyor – tıpkı sevgili Peygamberimizin bize haber verdiği gibi:


Doğruluk birr’e, birr de Cennete ulaştırır.

Kişi doğru söyleye söyleye, nihayet Allah katında sıddık olarak kaydedilir.

Yalan ise kötülüğe, kötülük de Cehenneme ulaştırır.

Kişi yalan söyleye söyleye, nihayet Allah katında kezzab (çok yalancı) olarak kaydedilir. (Buharî, Edeb: 69; Müslim, Birr: 103-105).


Şimdi hepimiz için, her gün, her hafta, her ay, her yıl devam ederek koca bir ömrü dolduran doğruluk veya yalancılık kolleksiyonculuğunun nasıl bir yekûn tutacağını hesaplamak zamanıdır.

-- Ümit Şimşek