Osmanlı’nın en büyük padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın şu beyti yüzyıllardır baş tacı edilmiştir.
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
Hani derler ya, “Her işin başı sağlık,” “Sağlık ve afiyetler
dilerim,” “Önce sağlık”…
Bugüne gelip de sağlığın fotoğrafına baktığımızda pek de iç açıcı olmayan bir tablo ile karşı karşıya kalırız. Sağlık hizmeti hasta ve doktor ilişkisinin çok ötesinde bir anlam kazanıyordu eskiden…
Adeta kutsal bir anlam yükleniyordu.Can bir emanetti. Emaneti korumak da her şahsın görevi idi.
Doktorların temel misyonu da insanı yaşatmak üzere kurulmuştu bizim
kültürümüzde. Ananevi toplumların hepsinde “hasta” ve “hastane” farklı bir yere
sahiptir. Bu kelimelerin karşılığı seküler değildir. Daha farklı daha özel bir
yere sahiptir.
Doktorlar hastalarını tedavi sürecinde insanların daha çok
bedenleriyle bir şeyler yapmaktadır. Ve fakat o beden bir ruhu misafir
etmektedir. Bu noktada doktorlar ruha elbise olan bedeni iyileştirme çabasındadırlar.
Doktor ruhun elbisesinden ayrılma ihtimalinin varlığına göre
hareket eder. Doktorun görevi seküler olmaktan çıkar. Yerini ise manevi
değerler alır.
Bu bağlamda Batı’da Hipokrat yemini vardır. Bizde ise
Darüşşifa merkezleri kurulmuştur.
Günümüzde sağlık sektörünün muhatap olduğu şiddet hiçbir
şekilde kabul edilemez. Haber kanallarına baktığımızda her gün farklı bir
şiddet görülmektedir. Özellikle doktorlara yapılan saldırılar çok fazladır.
Hayatının son birkaç yılını doktor kapılarında, doktorların
şifalı ellerinde geçiren, doktorların yardım ve destekleri sayesinde
hastalığının semptomları hafifleyen ve hekimlerimize son derece müteşekkir olan
bir Parkinson hastası olarak, ekranlarda gördüklerimi izlerken içim acıyor,
kalbim kanıyor. Yıllarını insanların yaralarını sarmaya, dertlerine derman
bulmaya adamış doktorların hele ki genç doktorların maruz kaldığı olumsuzluklar
akıl sır alır gibi değil.
Bu gidişat sağlıksız sağlık sisteminin hal ve gidişinin bir
göstergesi. Üstelik doktorlara yapılanlar, şiddet kavramının tanımına da
girmiyor. “Doktora şiddet,” “hastanede şiddet” gibi başlıklar atılan o
haberlerde gördüğümüz manzaralar birer “çatışma” değil. Çatışmada “taraflar”
olur. İki taraf çatışır ve şiddet sergiler. Oysa doktorların başına gelen çatışma
değil, “saldırı”. Yani onlar taraf değil, masumane işini yapan insanlar olarak
saldırıya uğruyorlar. Onlara saldıranlar, sanki ortada bir çatışma varmış,
karşılarında bir rakip varmış gibi hunharca şiddet sergilerken doktorlarımız
sadece savunma hattında kalabiliyorlar ve canlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Bu
büyük bir trajedidir. Acilen majör tedbirler ve saldırganları sağlık
hizmetlerinden men etmek gibi uygulamalara gidilmezse daha çok hekimimiz zarar
görecek, yani biz zarar göreceğiz.
Bütün bunlardan çıkarılacak ortak bir sonuç var. O da insan
unsurunun olduğu her yerde ve her zeminde her şeyin mümkün olduğu. Daha doğrusu
olabildiği. İşte tam bu noktada sabır ve şükür anlayışı içinde davranabilmenin
önemi ortaya çıkıyor. Bu sırlı iki kelime, aslında çözümün anahtarları.