Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp gitmişlerdi.
Âl-i İmrân Sûresi, 3:159
ÜMİT ŞİMŞEK
“ŞÜPHESİZ Kİ sen pek büyük bir ahlâk üzerinesin”[1]
mealindeki âyet-i kerimeyi açıklayan âyetlerden biri de budur. Âlemlere rahmet olarak
gönderilen Peygamberin merhameti, onun yüce ahlâkının en önemli özelliklerinden
biridir ve bu özellik ona Allah tarafından bağışlanmış bir lütuftur.
Âyetin arka planı, konuyu daha da dikkat çekici hale
getiriyor.
Bu âyet ile beraber Âl-i İmrân Sûresinin önemli bir kısmı,
Uhud Harbinden sonra inmiştir ve bu savaştaki yenilgi üzerine önemli dersler
vermektedir.
Bilindiği gibi, Uhud Savaşı, Peygamber emrine uymakta
gösterilen gevşeklik yüzünden yenilgiyle sonuçlanmıştı. Savaşın öncesindeki istişarede
Allah’ın Resulü düşmanı şehirde karşılama düşüncesini savunmuş, ancak,
özellikle genç Sahâbîlerin ısrarı üzerine savaş meydanına çıkılmıştı. Savaşta da
İslâm ordusu tam zafere ulaşmak üzere iken, Peygamber emrine aykırı olarak
okçuların yerlerinden ayrılması yüzünden yenilgiye uğramıştı.
Dünyanın neresinde böyle bir deneyim yaşanacak olsa,
buna yol açanların başlarına neler geleceği aşağı yukarı bellidir.
Asr-ı Saadette ise, başka bir yerde yaşanmayan şey
yaşanmıştır. Bu yenilgiden sonra Peygamberin ağzından ne bir azarlama
işitilmiştir, ne de “Ben size söylemiştim” türünden bir başa kakma… O, insan
tahammülünü en ziyade zorlayan şartlar altında dahi asla kabalaşmamış, kötü bir
söz söylememiş, kalp kırmamıştır.
Bu ahlâk onun pek büyük bir mucizesi olduğu gibi,
İlâhî rahmetin de bir müjdecisidir. Âyet de bu hakikate işaret ediyor ve
“Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki sen onlara yumuşak davrandın” buyuruyor.
Elçisine en ağır şartlar altında dahi şefkat ve merhameti ilham eden o yüce
Rabbin kendi rahmetinin büyüklüğü bundan anlaşılmıyor mu?
İşte, Peygamberin, kulları Allah’ın rahmetine
çağırdığına dair en büyük bir delil de onun yüce ahlâkıdır. O, davetçisi olduğu
İlâhî rahmetin aynı zamanda en parlak bir yansıtıcısı olmuş, anlattığı şeyi
fiilleriyle göstermiş, hayatıyla doğrulamıştır. Onun çağrısına kulak verenler,
böylelikle, o şefkat timsali Peygamberin yanında, İlâhî rahmetin gerçekliğini
tüm sıcaklığıyla hissetmişlerdir.
Ve, tabii, bu âyet-i kerimeden alınması gereken büyük
bir ibret var:
Siz de Peygamberiniz gibi olun.
Yani, onun gibi, şefkat ve merhamet dolu bir kalp
sahibi olun; en olumsuz şartlar altında ve onların apaçık kusurları karşısında
bile olsa, mü’min kardeşlerinize karşı yumuşaklığı ilke edinin. Âlemlere rahmet
olarak gönderilen Peygamberin ümmetine yaraşan şey budur; yoksa “kaba ve katı
yürekli” olmak değildir.
Böyle bir ahlâka erişmenin kolay bir iş olmadığında
şüphe yoktur. Ancak bu dünyada bir eğitim için bulunduğumuzu da unutmamalıyız.
Özellikle yönetici durumunda bulunanların, Peygamber ahlâkını bir hedef olarak
almaya herkesten fazla ihtiyaçları vardır. Dinin de, dünyanın da başarısı
bununla mümkün olur. Aksi takdirde, “Onlar senin etrafından dağılıp
gitmişlerdi” ifadesiyle anlatılan âkıbete uğramak kaçınılmaz hale gelir ki, bunun
örneklerini etrafımızda fazlasıyla bulmak mümkündür.
“Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar senin
etrafından dağılıp gitmişlerdi.” Oysa o rahmet peygamberinin etrafında insanlar
her geçen gün daha büyük bir şevkle, daha büyük kalabalıklar halinde toplandılar.
O gün için hatâlarıyla bir yenilgiye sebep olanlar da bundan sonra nice
başarılara eriştiler, nice zaferler kazandılar.
Eğer onlar öyle bir yenilgiden sonra, Allah’tan bir
rahmet sayesinde Peygamberlerini çok şefkatli ve bağışlayıcı bulmuş olmasalardı,
zaferden zafere koşacak ve dünyaya medeniyet dersi verecek bir hale
gelebilirler miydi?