Bir küçük tecellî


ÜMİT ŞİMŞEK
 

Güneşe bakılmaz.

Onu her gün biz üstümüzde görürüz.

Doğarken ve batarken, ve ikisi arasında gökte süzülürken görürüz.

Fakat ona bakamayız.

Çünkü birkaç dakikalığına olsun çıplak gözle güneşe doğrudan bakmak, gözü gözden çıkarmak mânâsına gelir.

Gerçi güneş, kâinattaki trilyonlarca yıldızdan, orta çapta bir yıldızdan başka birşey değildir. Ondan büyük ve ondan parlak daha nice gök cisimleri vardır uzayda.

Üstelik güneş, 150 milyon kilometre uzağımızdadır.

Fakat o haliyle ve o uzaklığıyla bile, göz onun bir tecellîsini kaldırmaz.

Ona bakmak için, ya koyu bir camı gözümüze siper etmek gerekir, ya da astronomların yaptığı gibi, onun görüntüsünü bir perde üzerine aksettirmek.

Her iki halde de, tecellînin zayıflatılması ve bizim tahammül edebileceğimiz bir seviyeye getirilmesi gerekir.

  

***

  

Güneş de bir başka tecellînin perdesinden başka birşey değildir.

Onda, trilyonlarca güneşi bir emirle yoktan yaratan bir kudretin eseri görünür.

Ama kendi çapınca ve bizim görebileceğimiz bir seviyede gösterir o tecellîyi güneş.

  

***

Bir çiçek, başka bir tecellînin perdesidir.

Onda, gökleri yıldızlarla, yerin altını ve üstünü renk renk varlıklarla süsleyen bir münezzeh güzelliğin parıltısı görünür:

Ama kendi çapınca ve bizim görebileceğimiz bir seviyede gösterir o tecellîyi çiçek.

 

 

***

 

Bir yavru, bir anne, yahut varlıklar arasındaki bir şefkat belirtisi, bir başka tecellînin perdesidir.

Ona, bir tecellîsiyle bütün anneleri ve yavruları birden kuşatan, bir parıltısıyla kullarını bir sevgi ve merhamet deryası içinde yaşatan bir sınırsız rahmetin eseri görünür.

Onlardan her biri, kendi çapınca o tecellîyi gösterir.

Manzaranın bütünü ise, görülemeyecek, görülse bile bakılamayacak, bakılsa bile kuşatılamayacak kadar parlak bir tecellîyi önümüze serer.

  

***

 

Göz, o tecellîlerden küçücük nümuneler görür seyrettiklerinde.

Hayal, manzaranın kalan kısmını tamamlar.

Ve o pencereden bakar kalb.

Bakar ve her bir eserde, gökleri ve yeri kuşatan bir tecellî bulur.

Her bir eser, bir münezzeh güzelliğin habercisi olur.

Her bir varlık, o münezzeh güzelliği anlatır kendi diliyle.

Diller dillere eklenir.

Ve kâinat dile gelir sayısız lisanlarla.

Onu anlatır insana.

Ve insan, bir varlıkta bir kâinatı seyreder, bir kâinatı dinler.