Kadınların camilere, gerek ibadet için, gerek ilim öğrenmek için, gerekse Müslümanların meydana getirdiği muhteşem cemaatin bir parçası olmak için gelmeleri, Resulullah’ın (s.a.v.) sadece müsaade etmekle kalmayıp, ısrarla üzerinde durarak takip ettiği önemli bir sünneti idi.
O, hiç şüphesiz, daha sonraki zamanlarda ortaya çıkan ve Peygamberinden daha ileride bir takvâyı (!) bu ümmete öğretmeye çalışan kimselerden çok farklı bir rehberdi.
Kadınlar, gündüz namazlarından başka, yatsı ve sabah namazlarını da onun arkasında kılarlardı.
O, mescide girerken kadınların yanından geçer ve onlara selâm verirdi.
O, bekâr genç kızlardan hayızlı kadınlara kadar bütün hanımların bayram namazında bulunmasını emrederdi. Üzerine giyecek bir elbisesi olmayanların dahi arkadaşlarından ödünç bir örtü alarak Müslümanların bayramına katılmasını isterdi. Kadınlar kendilerine ayrılan yerde – arada perde olmaksızın – durur, erkeklerin tekbiriyle beraber tekbir getirir, onlarla beraber namaz kılıp dua eder, onlarla beraber o günün feyiz ve bereketini yaşardı. Mazeretli olan kadınlar ise namaz kılmadan orada bulunurlar, ancak duaya onlar da katılırlardı. Peygamberimiz de, erkeklerin bulunduğu yerde hutbesini verdikten sonra kadınların yanına gidip onlara da ayrıca hitap eder, kadınlar ise ona sual sorup cevaplarını alırlardı.
Bayram namazlarından başka, Cuma namazları da kadınların devamlı olarak iştirak ettikleri namazlardı. Buralarda kadınlar gerek Resulullah’ın (s.a.v.), gerekse onun Raşid Halifelerinin (r.anhüm) arkasında ibadet ederler, hutbe dinlerler, sual sorup cevap alırlar, hattâ – Hz. Ömer örneğinde olduğu gibi – itiraz edip kendi görüşlerini dile getirirlerdi. (Bkz. Buharî, İydeyn: 12, 15, 16, 20; Müslim, İman: 34; Tirmizî, İman: 6; Cuma: 32.)
Resulullah’ın – ve Hulefâ-i Râşidîn’in – mütevatir sünneti aynen böyle idi.