Allah, sizden öncekilerin yoluna sizi de eriştirmeyi murad ediyor.Nisâ Sûresi, 4:26
İFFETLİ bir aile hayatının esaslarını ders veren ve haram ve helâlleri açıkça bildiren âyetlerin devamında yer alan bu âyet, şu cümlesi ile, muhataplarına hem bir müjde veriyor, hem de mü’minler arasındaki birlik ve bütünlüğü vurguluyor.
Bu âyet, aynı zamanda, Kur’ân’ın en başında yer alan ve her gün, her namazın her rekâtında tekrarladığımız bir dua ile de ilgilidir:
Bizi, kendilerine nimetler verdiğin kimselerin yoluna ilet.[1]
Bu âyet, o duanın cevabını içeriyor ve, öncesindeki âyetler de dikkate alındığında, o sözlü duanın hangi fiilî dualarla desteklenmesi gerektiğini gösteriyor. Yani, “Allah’ın çizdiği sınırlara riayet eder, haramı helâli bilir, Onun buyruk ve yasaklarını dikkate alarak yaşarsanız, Allah sizin bu duanızı kabul eder, sizden önce kendilerine nimetler bağışladığı kimselerin yoluna sizi de eriştirir” mânâsını dile getiriyor.
“Sizden öncekiler” ile kimlerin kastedildiğine gelince.
Bunun da cevabı bir başka âyette veriliyor:
Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah’ın nimetlere eriştirdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ise ne güzel arkadaştır![2]
İşte, Allah’ın, söz dinleyen kullarına vaad ettiği, böyle seçkin insanların beraberliğidir. Konumuz olan âyetteki “sizden öncekilerin yoluna eriştirme” vaadi, böyle bir müjdeye işaret etmektedir.
Bu, aynı zamanda, mü’minlerin arasından zaman ve mekân ayrılıklarını da gideren bir müjdedir.
Bu müjdenin sevincini ruhunda hisseden bir insan, kendisini, Allah’ın sevgili kulları arasında bulur. Onlardan kimi doğuda, kimi batıda, kimi şu kadar bin sene önce, kimi bu kadar zaman sonra yaşamış veya yaşayacak olsa da, Yer ve Gökler Rabbinin nazarında hepsi bir mecliste, bir aradadırlar.
Âlemlerin Rabbine intisap anlamına gelen iman da, bir kula işte böyle bir genişlik kazandırır.
Bizim geçmiş zaman dediğimiz şey, Bediüzzaman Hazretlerinin o nefis tasviriyle, “baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların riyaseti altında ibadet, hizmet, sohbet ve zikir meclislerine” dönüşür.
O yeşil bahçelerdeki dost meclislerinde iman ehlinin refikleri İbrahim’ler, İsa’lar, Musa’lar, Ebu Bekir’ler, Mevlânâ’lar, Bediüzzaman’lardır.
O meclislerde doğruluktan ve güzellikten başka şey bulunmaz. İnanan ruhlar o meclislerden her an bir huzur ve muhabbet kokusu almaktadırlar. Bunun için kıyamete kadar beklemek gerekmez. Zira, yine Bediüzzaman’ın tabiriyle, “ehl-i hakikatin sohbetine zaman ve mekân mani olmaz.” İnsan, Kur’ân’ını açtığı anda, kendisini ya bir peygamberle, yahut, adı sanı belli olmasa da, varlığında ve dostluğunda şüphe bulunmayan bir sevgili Allah kulu ile beraber bulur.
En önemlisi, insanın bu dini yaşarken de kendisini o dost meclisinde bilmesidir.
İşte o güvenle insan bir güzel iş yaptığı yahut bir güzelliği yaymak için bir adım attığı, bir söz söylediği zaman, bütün bir dostlar âlemini arkasında bilir, oraya dayanır, oradan kuvvet alır.
Öyle bir kuvvetin karşısında da dünyanın en büyük yaygaraları bir sinek vızıltısından öteye geçemez.
Onun için, insan, her hareketinde kendisini yoklamalı, kimlerle beraber olduğuna, kimlerden uzak düşüp kimlere yakın durduğuna dikkat etmelidir.
— ÜMİT ŞİMŞEK, Âyetler ve İbretler
[1] Fatiha Sûresi, 1:7.
[2] Nisâ Sûresi, 4:69.