Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tartışmalar üzerine Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un yaptığı açıklama, bir taraftan kamuoyunu rahatlatırken, diğer taraftan da zihinlerde bazı tereddüt ve endişelere yol açtı.
Kurtulmuş, açıklamasında “Kutlu Doğum Haftası, Mevlid-i Nebînin bir alternatifi değildir” diyerek, konuyu farklı ve aldatıcı bir şekilde sunma teşebbüslerine karşı, kamuoyunu rahatlatıcı ve doğru bir duruş sergilemiş oldu.
Aynı açıklamanın devamında, Kurtulmuş, konunun Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilmî bir toplantıda ele alınacağını da haber verdi.
Ancak bu ifadenin hemen arkasında, “Kutlu Doğum Haftasının Hicrî takvime göre sabitlenmesi” yönünde bir temennî de yer aldı.
Bu temennî ise, bazı çevreleri, gelecekte yapılacak bir ilmî toplantıya peşin bir karar ısmarlandığı yönünde ümitlendirdi. Söz konusu çevrelere ait yayın organları, haberi zafer çığlıkları arasında duyurdular.
NİÇİN HİCRÎ TAKVİM?
Şimdiye kadar çeşitli vesilelerle açıklandığı gibi, Peygamberimizin (s.a.v.) doğumunu kutlamanın Hicrî takvimle yahut başka bir tarihle hiçbir ilgisi bulunmuyor. “Rabbinin nimetini yâd et” (Duhâ, 93:11) meâlindeki âyetin mânâsı gereğince Resulullah’ın (s.a.v.) doğumunu kutladığımızı hatırlatan ve “Başka hangi İlâhî nimet bundan daha büyük olabilir?” diye soran merhum Muhammed Hamîdullah’ın isabetle işaret ettiği gibi, biz Müslümanlar, üzerimizdeki bu en büyük nimetin şükrünü bir nebze olsun dile getirebilmek ümidiyle, yüzyıllardır pek çok vesilelerle Fahr-i Kâinat Efendimizi anıyor, bu arada onun doğum yıldönümünü de mevlidlerle, duâlarla, salâvatlarla, onun bize öğrettiği ibadetlerle kutluyoruz. Bu konuda tartışacak olanların dikkate alması gereken hususlardan:
Birincisi: Peygamberimizin (s.a.v.) doğumunu Mevlid kandili ile veya başka bir vesileyle kutlamak şeklinde bir gelenek dinin hiçbir kaynağında emredilmiş de değildir, yasaklanmış da değildir.
İkincisi: Bu ümmet, nail olduğu en büyük İlâhî nimeti yad etmek üzere, fıtrî bir şekilde ve ittifakla bir Mevlid kandili geleneğini oluşturmuştur.
Üçüncüsü: Ümmeti bu fıtrî davranışından alıkoymak bugüne kadar hiçbir İslâm âliminin aklının ucundan geçmediği gibi, Peygamberimizi anmayı ve onun doğumunu kutlamayı sadece belirli bir zamana hasrederek başka türlü anma teşebbüslerini buna karşı bir rekabet olarak görmeye ve reddetmeye de dinin hiçbir kaynağında hiçbir gerekçe bulmak mümkün değildir. Bu tür iddiaları haklı gösterecek ifade ve davranışlar, ancak cehaleti ilme, vehimleri hakikate, hurafatı İslâm’ın tertemiz irşad ve hükümlerine tercih etmek anlamına gelir.
FİTNEYİ ÇIKARANLAR KİM?
Kutlu Doğum Haftası ile ilgili tartışmaları başlatan topluluğun sabıka defteri, birkaç madde ile özetlenemeyecek kadar kalabalık kayıtlardan oluşuyor. Başta “Seâdet-i Ebediyye” olmak üzere, bu topluluğun muhtelif yayınlarının “zihinleri teşviş edici ve okuyanları yanıltıcı mahiyette olduğuna” dair Din İşleri Yüksek Kurulunca ittifakla alınmış kararlar bulunuyor.
İmam-ı Gazalî’nin kitabında tahrifat yapmak ve kendisinden asırlarca sonra yaşamış olan Seyyid Kutub aleyhinde iftiraları İmam Gazalî’nin ağzından bu kitaba ilâve etmek gibi marifetler, yine bu topluluğun sabıka kayıtları arasında.
Millî şairimiz Mehmet Akif başta olmak üzere ümmetin pek çok değerli ismine karşı husumet beslemek ve onlar hakkında şenî’ ithamlarda bulunmak; vakıf mallarını şahıslara peşkeş çekmek için Yahudilere parmak ısırtacak fetvalar uydurmak; on binlerce Müslümanı dolandırmak da yine bu topluluğun alâmet-i farikası haline gelmiş marifetleri arasında yer alıyor.
KARAR NASIL ÇIKACAK?
Başbakan Yardımcı Numan Kurtulmuş’un açıklamalarından, konunun Din İşleri Yüksek Kurulunca karara bağlanacağı anlaşılıyor.
Din İşleri Yüksek Kurulu şimdiye kadarki geleneğine uygun bir şekilde konuyu ilmî bir şekilde karara bağladığı takdirde, zaten devam etmekte olan ve millete mal olmuş bulunan Kutlu Doğum Haftası uygulaması aynı şevkle ve aynı istikametteki olumlu sonuçları vermeye devam edecek şekilde kutlanmaya devam eder.
Eğer konuya sadece ilmî açıdan değil de bazı siyasî rüzgârların tesiri altında yaklaşılıp da bazılarının vehimlerini tatmin edecek bir yol arayışına gidilirse, böyle bir arayış, ilmin ve hakikatin cehalete ve kara propagandaya teslim olması anlamına gelecektir. Hattâ, bir anlamda, bunu mahut topluluğun Diyanet İşleri Başkanlığına evvelce almış olduğu kararları “yedirmek” şeklinde bir algı operasyonunun malzemesi olarak kullanacağından şüphe edilmemelidir.
***
Sözü geçen topluluğun bir kısım marifetlerine şu yazıda toplu bir şekilde göz atabilirsiniz:
http://www.yazarumit.com/bu-televizyon-sovcusunu-kim-kullaniyor