Bir Vedûd muhabbeti


O çok bağışlayan, çok seven ve sevilendir. 

Burûc Sûresi, 85:14



Âyet-i kerime, Âlemlerin Rabbini, “çok bağışlayıcı” anlamındaki Gafûr isminin yanı sıra, Vedûd ismiyle bize tanıtıyor.

Vedûd ise, hem çok seven, hem de çok sevilen anlamını dile getiriyor.

Bu suretle, âyet, Âlemlerin Rabbini, bütün muhabbetlerin hem kaynağı, hem de hedefi olarak gösteriyor.

Evet, bütün muhabbetler Ondan gelir. Fakat bunu söylemek çok kolay, tasavvur edebilmek ise pek zor, hattâ imkânsızdır. Fakat bize, öyle bir muhabbetin tasavvur edilemeyeceğini anlamak da yeter.

İsterseniz hafızanızı bütün gücüyle harekete geçirip de ömrünüz boyunca tattığınız muhabbetleri bir araya getirin. Sevdiğiniz ne varsa hepsini bu tablonun içine katın—bir lezzetli yemekten, bir anne-baba yahut evlât sevgisine kadar sevginin her türlüsü.

Sonra bunu tanıdığınız her bir insan için tek tek tekrarlayın.

Sonra yeryüzünde nefes alıp veren bütün insanlar için tekrarlayın.

Sonra bunu geçmişi ve geleceğiyle bütün zamanlara yayın. Bütün insanların, bütün zamanlarda yaşadıkları, tattıkları, duydukları, muhatap oldukları muhabbetleri bir araya getirin.

Ondan sonra da başka mahlûkatın sevgilerine geçin.

Bir kelebek çifti yahut bir çiçek ve kelebek arasındaki muhabbetten başlayın. Karıncaların dünyasına girin. Kuş yavruları arasında dolaşın. Denize dalın, yavru balina ile anne balina arasındaki muhabbet alışverişini koklayın.

Milyonlarca tür canlının hepsini, bütün bireyleriyle beraber göz önüne getirin. Onlardan her biri birer muhabbet âlemi hâlinde belirsin hayalinizde.

Sonra geçmişe dönün, geleceğe uzanın. Bütün zamanlarda, bütün âlemlerde yaşanan muhabbetleri bir araya toplayın.

Sonra cansız olarak gördüğümüz âlemlere girin, zerrelerden ve yıldızlardan sorun, “Muhabbet nedir?” diye. Gezegenleri, yıldızları, galaksileri birbirine bağlayan o esrarengiz çekim gücü, bütün âlemlerde egemen olan o İlâhî muhabbetin bir tercümesi olarak karşınıza çıkmayacak mıdır?

Daha sonra gayb âlemlerine geçin. Ruhların ve ruhanî varlıkların muhabbet âlemlerinde dolaşın.

Sonra Cennetlere girin. Her birinde sonsuza kadar yaşanan, hiç tükenmeyen, hiç eksilmeyen, artmaktan ve coşmaktan başka bir şey bilmeyen o sonsuz muhabbetleri de hayalinizdeki tabloya ekleyin.

Bütün bunları becerebiliyorsanız eğer, yer ve göklerin Rabbinin muhabbetinden bir zerrecik tecellînin ne demek olduğunu da anlamış sayılabilirsiniz.

Onun muhabbetinden bir parıltı ile âlemler böyle bir muhabbet deryası içinde mest oluyorsa, ya bütün o muhabbetlerin kaynağı olan Allah nasıl bir muhabbetle sevilmeye lâyıktır?

Bir gönül Onu sevmeye, bir dil Onu övmeye yeter mi?

Ya bütün âlemlerden, bütün zamanlarda Ona giden övgüler, şükürler, minnetler, muhabbetler?

Yahut şöyle soralım:

Ondan başka, bir de Onun gösterdiklerinden başka, sevilmeye lâyık ne vardır âlemlerde?

Ve Onun muhabbetinden bir parıltının zerresinin zerresinin zerresine erişebilmekten daha üstün bir hayat amacını kim tasavvur edebilir?

Bütün muhabbetlerin kaynağı ve hedefi olarak Allah’ı gösteren Kur’ân, Onun muhabbetine erişmenin yolunu da Sevgili Elçisinin ağzından bize gösteriyor:

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”

İşte bu, Allah’ın sevgisine ulaştıracak en kesin ve kestirme yolun ta kendisidir:

Yaratılmışlar içinde en çok sevilen gibi olmak…

Ne kadar olabiliyorsak, ne kadar benzeyebiliyorsak…

O uğurda bir adım daha ileri atabilmek için bir ömür boyu çaba harcanacak olsa değmez mi?

—Ümit Şimşek