"Bir Varlık Bin Şahit"


PROF. DR. AYHAN SONGAR
 
TGRT’de yayınlanan, Ümit Şimşek kardeşimizin “Kâinatın Dilinden” programlarını bilmem takip edebiliyor musunuz, değerli okuyucularım. Eğer cevabınız “hayır” ise size büyük bir fırsatı kaçırdığınızı, harikulâde birşeyden mahrum kaldığınızı haber vereyim. Hele geçen Çarşamba akşamı yayınlanan “Bir Varlık, Bin Şahit,” gören gözler için bir ömre yeter ibretlerle dolu idi. Balina, dünyadaki yaratıkların en büyüğü… Tonlarca ağırlığı var… Ama bu azametli yaratık deniz sularındaki “plankton” dediğimiz mikroskopik canlılarla besleniyormuş… Hayret! Doğrusu bilmiyordum, Ümit Şimşek’in programından öğrendim. Ve o tonlarca ağırlıktaki balina, bu gözle görülmeyen, mikroskopik gıdasından, kendi karnını doyurduktan başka, yavrusunu besleyebilmek için de yüzlerce kilo süt imal etmekte imiş…

Şu soluduğumuz “hava”… Çevremizde bulunan maddelerin en lâtifi, en zararsızı… Ne kilometrelerce kalınlığına rağmen tazyiki altında eziliyoruz, ne de yüzümüze çarptığında bize tatlı bir serinlikten başka birşey veriyor. Elimizle itince de ondan uysalı yok… Ama, gelin görün ki, bora olduğu, kasırga olduğu, hortum haline geldiği, esip kükrediği zaman onun karşısında koskoca binalar birer kibrit kutusundan farksız hale geliyor. Fırtınaların önüne kattığı dalgalar gemileri yutuyor, seller şehirleri basıp haritadan silebiliyor.

Bunlar gibi nice misal hergün önümüzde tekrarlanır durur da, değerli okuyucularım, onların arkasında gizli olan “hikmet”i, “cüz”de “kül”ün tecellîsini ancak Ümit kardeşimizinki gibi gören gözler, açık kalpler ve uyanık dimağlar fark eder.


Bundan senelerce evvel kendisinden aldığım bir mektupla başladı tanışmamız. O zamanlar Yeni Asya Yayınları ile meşguldü ve benden birşeyler yazmamı istemişti. Kendisi ile bu vesile ile karşılaştığım zaman sanki merhum Peyami Safa Bey canlanmış da önüme gelmiş gibi geldi bana… Aynı ufak tefek ve zayıf beden ve aynı pırıl pırıl, kor gibi bakışlar. Ondaki nüfuz-u nazar’a pek az insanda rastlamışımdır. İsteğine uydum ve üç kitap yazıp verdim: Beynimiz ve Sinirlerimiz, Enerji ve Hayat, Sibernetik. Yıllardan beri bu kitaplar elden ele dolaşmakta, kaçıncı baskısını yaptıklarını bilmiyorum bile. Sibernetik, Türkiye Millî Kültür Vakfının mükâfatını kazandı. Ben o seride ancak üç kitapla kaldım ama Ümit Şimşek’te, Allah arttırsın, gayret tükenmedi.

Hammamîzâde İsmail Dede Efendi merhum,

“Senden bu cihan içre nişân ister idim ben,

“Âhir bunu bildim ki cihân hep Sen imişsin!”

diyor. Gerçekten, çevremizdeki herşey, aslında ne kadar çelimsiz, ne kadar zararsız olursa olsun, kendisinde kudret-i İlâhî tecellî ettiği zaman o Kudret’e şahitlik edercesine büyüyor, büyüyor, bakıyorsunuz, kâinatı kaplayıveriyor.

Aynı programdan bir başka misal de böcekler… Böcek, yaratılmışların belki en zavallılarından biri. Bir karıncadan, bir arıdan daha çelimsiz varlık mı var? Ama yaratıklar içinde sadece “insan”a tanınmış olan “cemiyet kurma” içgüdüsü onlarda da mevcut. “Cemiyet,” “toplum” sadece bir cinsin fertlerinin bir araya gelmesi demek değildir. Toplumu sürüden ayıran vasıf, onun içindeki fertlerin arasında işbirliği ve haberleşmenin mevcudiyetidir. Bir balarısının yaptığı ritmik uçuş hareketleri ile, bal alınacak çiçeğin güneşe göre kaç derecelik bir açı içinde ve ne kadar mesafede bulunduğunu hemcinslerine nasıl haber verdiğini bilir misiniz? Dakikada 40 tur yapan bir arı çiçeklerin 1500 metre uzakta olduğunu, 24 tur yapan bir arı ise 500 metre mesafede bulunduğunu anlatmak istemektedir.

Çevremizdeki herşey Yaratan’ın emrine tam bir inkıyad içinde Onu zikretmekte, Onun kudret ve sanatının tecellîsine şahit olmaktadır. Yaratılmışların arasından yalnız bir cinsi, “insan,” Cenâb-ı Hak tarafından “en şerefli” olma sıfatiyle taltif edilmiş ve akıl ile, tercih kabiliyeti ile mücehhet kılınmıştır. Onun içindir ki, bizler hareketlerimizden mes’ulüz ve sonunda cezaya veya mükâfata lâyık oluruz. Ne mutlu bunu anlayabilenlere, ne mutlu gönül gözü açık olup ibret alabilenlere…

Türkiye gazetesi, 8 Ocak 1994