Değerli mü'minlerin şerefli yazıcıları


Üzerinizde sizi koruyup gözetenler var.

Onlar Kirâmen Kâtibîn’dir.

Her ne yaparsanız bilirler.

İnfitar Sûresi, 82:10-12

 

ÜMİT ŞİMŞEK


BİZİM dilimize de “Kirâmen Kâtibîn” adıyla yerleşmiş olan melekleri anlatan bu âyetler, birkaç önemli dersi bir arada veriyor.

Birinci âyet, onları “hâfızlar” olarak anmaktadır ki, bu hem korumak, hem de saklamak anlamına gelir. Bundan anlaşılacak şey de, bu melekler tarafından hem korunduğumuz, hem de gözetim altında tutulduğumuzdur. Ayrıca, bu nitelemenin isim halinde geçmiş olması, eylemin devamlılığını göstermekte, sürekli bir koruma ve gözetim altında bulunduğumuza işaret etmektedir. Bir de, Türkçeye aktaramadığımız bazı tekid unsurları da vardır ki, bunlar işin ciddiyet ve önemini ayrıca ve üst üste vurgulamaktadır.

İkinci âyetteki “Kirâmen Kâtibîn” deyiminde onlar için iki sıfat sayılmıştır. Bunlardan biri yazıcılıktır. Diğeri ise, Allah katında çok yüksek şeref ve itibara sahip olduklarını bildiren “kiram” sıfatıdır. Bu sıfatta aynı zamanda kerem anlamı da vardır ve bu, genelde meleklerin, özel anlamda da Kirâmen Kâtibîn’in mü’minlere karşı olan tavrını simgelemektedir. Her iki anlamı birden dikkate aldığımızda, bu yazıcı meleklerin,

(1) sıradan birer görevli, yahut kâtip deyince bizim hayalimizde canlanan türden memurlar değil, Yer ve Gökler Rabbinin katında büyük bir değere sahip olan, itibar gören, sözü dinlenen yüksek seviyeli memurlar oldukları,

(2) bu değer ve yücelikleriyle beraber, onların biz mü’minlere karşı lütufkâr davranan dostlar oldukları anlaşılır.

Üçüncü âyette ise, bu melekler için “Her ne yaparsanız bilirler” buyurulmak suretiyle, küçük veya büyük, önemli veya önemsiz hiçbir davranışımızın onların gözetiminden hariç kalmadığı bildirilmiştir.

Bütün bu ifadeler, birbirini destekleyen vurgularla, mü’minler için hem bir büyük müjde içermekte, hem de onları kendilerine çekidüzen vermeye sevk etmektedir.

Bu âyetlerde, mü’minlere, her nerede olsalar bir dost meclisinde ve dostların koruması altında bulunduklarına dair bir büyük müjde vardır. İster dağ başında, ister uçsuz bucaksız çöllerde, ister okyanusun ortasında olsun, isterse ehl-i dünyanın tümü ona karşı cephe almış bulunsun, bir mü’min, bulunduğu her yerde, her zaman, bu dostlarıyla beraberdir, onlar tarafından korunmakta ve ağzından çıkan her söz, elinden çıkan her iş onlar tarafından titizlikle kayıt altına alınmaktadır.

Kirâmen Kâtibîn’in kaydettiği şey ise asla kaybolmaz. Kimsenin bilmediği, bilse de mühimsemediği iyilikler, Allah için söylenmiş sözler, Allah yolunda atılmış adımlar, insanın kendisinin bile çoktan unutup gittiği hayırlar, en ince ayrıntısına kadar zaptedilmiş ve en muhtaç olduğu günde onun karşısına çıkarılmak üzere koruma altına alınmıştır.

İşin en güzel tarafı da şurada ki, Âlemlerin Rabbi, böyle bir iş için, kendi katında büyük bir şeref ve itibar sahibi olan meleklerini görevlendirmiş, kuluna böylesine değerli memurlarını arkadaş yapmıştır.

Doğal olarak, böyle bir şeref, insanı ciddî bir sorumlulukla da karşı karşıya bırakmaktadır.

Yirmi dört saat Rabbinin en değerli memurlarının gözetimi altında bulunduğunu bilen bir insandan, artık, Rabbinin buyruk ve yasaklarına karşı büyük bir duyarlılık beklenir. Bu, Rabbinin ona karşı gösterdiği lütufkârlığa karşı onun en başta gelen insanlık borcudur. Unutmamak gerekir ki, mü’minin en küçük bir iyiliğini titizlikle kaydeden memurlar, isyan ve kötülükleri de kaydetmekle görevlidirler ve bunda da bir kusur etmezler.

Hepsinden önemlisi de, Kur’ân’ın Kirâmen Kâtibîn ile ilgili haberlerinden, dost seçimi konusunda alınması gereken derste ortaya çıkıyor:

Âyet bize apaçık şekilde müjdeliyor ki, her birimiz, Yer ve Gökler Rabbinin katında büyük bir şeref ve itibar sahibi ve mü’minlere karşı pek lütufkâr olan dostların koruması ve gözetimi altındayız, gittiğimiz her yerde onlarla beraberiz. Her biri böyle dostlara arkadaş olan mü’minlerin topluluğu ne güzel bir dost meclisidir!

Buna karşılık, kendisini bir an yalnız bırakmayan bu şerefli dostların varlığını umursamayıp veya bunu yeterli bulmayıp da kendisine Allah’ın hoşlanmadığı yerlerde dostlar aramak, bu İlâhî iltifata karşı ne kötü bir mukabeledir!