Allah’ın
kullarından en hayırlı olanları, Allah’ı zikretmek için güneşe, aya, yıldızlara
ve gölgelere tefekkürle bakanlardır.
Müstedrek
(Hakim), no. 164
Ebu’d-Derdâ’:
Allah'ın kulları arasında Allah'ın en çok sevdiği kimseler, Allah'ı insanlara sevdirenler
ve güneş ile aya tefekkürle bakanlardır.
A.g.e.,
no. 165
Kur’ân-ı Kerim,
Allah’ın biz kulları için indirdiği kitabıdır; Allah’ı onunla tanır, Onun bize
anlattıklarını ve bizden beklediklerini ondan öğreniriz.
Allah’ın bir başka
kitabı daha vardır; ona da evren yahut kâinat diyoruz. O da barındırdığı bütün
varlıkları ve bütün hadiseleri ile bize Allah’ı anlatır.
Bu iki kitaptan
her biri diğerini hem tasdik eder, hem de açıklar. Hem de öyle açıklar ki,
onlardan birini ihmal edecek olursak diğerini anlamakta çok zorlanırız ve
hiçbir zaman lâyıkıyla anlayamayız. Acı gerçek de şurada ki, biz ikisini birden
ihmal ettiğimiz için her ikisini anlamakta da zorlanıyoruz.
Kur’ân-ı Kerimin
yüzlerce âyeti, içinde yaşadığımız âlemden ve onun barındırdığı şeylerden söz
eder. Bunlar, ne zaman ve nerede yaşamış olursa olsun, bütün insanların aşina
olduğu şeylerdir: güneş, ay, dünya, yıldızlar, gece, gündüz, yağmur, deniz,
rüzgâr, ağaçlar, dereler, kuşlar, çiçekler, ilh. Fakat Kur’ân’ın bunlardan söz
etmesinin iki önemli sebebi vardır:
Birincisi, bütün
bunlar Âlemlerin Rabbi tarafından hikmetli, düzenli ve sanatlı bir şekilde
yaratılmışlardır.
İkincisi, Yerin ve
Göklerin Rabbi olan Allah, bütün bunları ve kâinata yerleştirdiği kanunları
insanların hizmetine sunmuştur. Onların hepsinden insan ya bir hizmet alacak,
bir şekilde istifade edecek veya bir şeyler öğrenecektir.
O
Allah ki, gemiler Onun koyduğu yasalara uygun şekilde akıp gitsin ve siz de
Onun lütfundan nasibinizi arayıp şükredin diye, denizleri sizin hizmetinize
verdi.
Göklerde
ne var, yerde ne varsa, hepsini O kendi tarafından bir lütuf olarak sizin hizmetinize
verdi. Tefekkür eden bir topluluk için bunda nice âyetler vardır.
Câsiye,
45:12-13
Bu iki kitaptan
Kur’ân-ı Kerim, pek çok yerinde, hattâ bizim konuyla ilgisiz zannettiğimiz
yerlerde bile, birden bire dikkatimizi etrafımızdaki varlıklara çevirir.
Göklerin ve yerin hakimiyetinin bütünüyle Allah’a ait olduğunu hatırlatır,
geceyi ve gündüzü Onun yarattığını bildirir, âlemlerde ne varsa hepsinin de
Allah’ı hamd ile tesbih ettiğini bildirir, yerden ve gökten gönderdiği
nimetlerle her birimizi bu dünya üzerinde bizzat ağırlayanın Allah olduğunu
hatırlatır. Kur’ân’ın bize gösterdiği yerden etrafımızdaki âleme bakmazsak bu
anlamları çıkarmamız pek zor, hattâ imkânsız olurdu.
Bununla beraber,
etrafımızdaki varlıklarla içli dışlı oluşumuzun, onlarla ilgili âyetleri ciddî
bir şekilde tefekkür etmemize çoğu zaman engel teşkil ettiği de bir gerçektir.
Tefsirler anlaşılması zor olan hususlar üzerinde yoğunlaştıkları için, herkesin
kolaylıkla anlayabileceği bu gibi konular üzerinde ayrıntılı bir şekilde
durmazlar. Biz de bu âyetleri “Nasıl olsa biliyoruz” diyerek okuyup geçeriz.
Böylelikle Kur’ân’ı da, hayatı da okuyuşumuz bir hayli eksik kaldığı gibi,
imanımızın tesirini de hayatımızda çoğu zaman hissedilmez.
Bu problemin tek
bir çözümü vardır:
Aşina olduğumuz
varlık ve olaylarla aramızdaki ülfet perdesini yırtmak ve her şeye yeni
görüyormuş gibi, Kur’ân’ın gösterdiği yerden “dikkatle bakmak.”
İşte bunu
yaptığımız zaman meraklı bir yolcu olarak bu âlemi incelemeye başlar, kısa
sayılabilecek bir süre için bu dünyaya gönderilişimizin amacını araştırır,
Kur’ân ile kâinat kitabını zihnimizdeki soruların ışığında okur, her taraftan
bizi kuşatan rahmet, hikmet ve muhabbet âyetlerinin anlamlarını çözmeye
başlarız. Tekrar edelim, eğer güneş gibi, ay gibi, yıldızlar gibi âlemimizi
kaplayan tekvinî âyetleri okumaz, okuyamaz veya üstünkörü okur gibi yaparak
geçiştirirsek, bu rahmet, hikmet ve muhabbet âyetlerinin anlamlarını da
çözemeyiz. Veya çözer gibi olsak da bu anlamlar hayatımıza hükmetmezler. Bu
sebepten olsa gerektir ki, kâinat âyetlerine Allah’ı anmak için bakanlar,
hadis-i şerifte “Allah’ın en sevgili kulları” olarak nitelenmiştir.
Ebu’d-Derdâ’nın
işaret ettiği “Allah’ı insanlara sevdirenlere” gelince:
İşte onlar
Kur’ân’ı da, kâinat kitabını da dosdoğru okuyan ve dosdoğru okutan kimselerdir.
Çünkü Kur’an da, hayat da muhabbetle başlar, Allah’ın kullarına Onun rahmet ve
muhabbetini müjdeler, onlara sevmeyi ve sevilmeyi öğretir. İnsan,
anne-baba-akraba şefkatleri arasında hayata gözünü açar; Kur’an da her bir
suresine Allah’ın rahmetini müjdeleyerek başlar. Eğer insan gerek hayatta,
gerekse Kitapta yüzüne gülümseyen rahmet ve muhabbet çağrılarının bir listesini
çıkarmaya kalksa, hayatta en açık ve kapsamlı şekilde hükmeden hakikatlerin
bunlar olduğunu görecek ve evvelce dikkati bile çekmemiş olan bu çağrılardan
nicesini hayret ve muhabbet içinde okumaya başlayacaktır.
Gözü veren,
kâinatta sergilediği eserlerini kuluna seyrettirmek istemiştir. Kulağı veren, kâinatın
Onu terennümünü kuluna dinletmek istemiştir. Dili veren, yeryüzünü dolduran
binlerce çeşit nimetin ayrı ayrı tatlarını kuluna tattırmak istemiştir. Bütün
bunlar birer muhabbet izharıdır; kula yaraşan da bu muhabbet izharına,
kendisini Ona sevdirmekle karşılık vermektir.
Allah’ın insan
üzerindeki lütuf ve nimetlerini hatırlatan bütün âyetler, aslında birer
muhabbet davetiyesidir. İnsan bu davetiyelerden hangisini eline alıp da izini
sürecek olsa, kendisini Yer ve Gökler Rabbinin rahmet ve muhabbetinin kucağında
bulacaktır. Fıtrata ve hikmete uygun şekilde davranan ilim ve irşad ehli, işte
kâinatı kuşatmış olan muhabbet hakikatini dosdoğru bir şekilde gören ve
gösteren kimselerdir ve insanları çağırdıkları muhabbetullaha herkesten çok
lâyık olanlar da hiç şüphesiz onlardır.
Bir Ayet Bir Hadis programının ikinci bölümünü buradan izleyebilirsiniz (abone olmayı unutmayınız):
https://www.youtube.com/watch?v=XghHLWawAuQ&t=1633s