Allah'ı sevdirenlere müjde



   
Bir Ayet Bir Hadis adlı YouTube programının ikinci bölümünde okuduğumuz hadis-i şerifle ilgili metin

ÜMİT ŞİMŞEK
    

Allah’ın kullarından en hayırlı olanları, Allah’ı zikretmek için güneşe, aya, yıldızlara ve gölgelere tefekkürle bakanlardır.

Müstedrek (Hakim), no. 164

 

Ebu’d-Derdâ’: Allah'ın kulları arasında Allah'ın en çok sevdiği kimseler, Allah'ı insanlara sevdirenler ve güneş ile aya tefekkürle bakanlardır.

A.g.e., no. 165

 

Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın biz kulları için indirdiği kitabıdır; Allah’ı onunla tanır, Onun bize anlattıklarını ve bizden beklediklerini ondan öğreniriz.

Allah’ın bir başka kitabı daha vardır; ona da evren yahut kâinat diyoruz. O da barındırdığı bütün varlıkları ve bütün hadiseleri ile bize Allah’ı anlatır.

Bu iki kitaptan her biri diğerini hem tasdik eder, hem de açıklar. Hem de öyle açıklar ki, onlardan birini ihmal edecek olursak diğerini anlamakta çok zorlanırız ve hiçbir zaman lâyıkıyla anlayamayız. Acı gerçek de şurada ki, biz ikisini birden ihmal ettiğimiz için her ikisini anlamakta da zorlanıyoruz.

Kur’ân-ı Kerimin yüzlerce âyeti, içinde yaşadığımız âlemden ve onun barındırdığı şeylerden söz eder. Bunlar, ne zaman ve nerede yaşamış olursa olsun, bütün insanların aşina olduğu şeylerdir: güneş, ay, dünya, yıldızlar, gece, gündüz, yağmur, deniz, rüzgâr, ağaçlar, dereler, kuşlar, çiçekler, ilh. Fakat Kur’ân’ın bunlardan söz etmesinin iki önemli sebebi vardır:

Birincisi, bütün bunlar Âlemlerin Rabbi tarafından hikmetli, düzenli ve sanatlı bir şekilde yaratılmışlardır.

İkincisi, Yerin ve Göklerin Rabbi olan Allah, bütün bunları ve kâinata yerleştirdiği kanunları insanların hizmetine sunmuştur. Onların hepsinden insan ya bir hizmet alacak, bir şekilde istifade edecek veya bir şeyler öğrenecektir.

 

O Allah ki, gemiler Onun koyduğu yasalara uygun şekilde akıp gitsin ve siz de Onun lütfundan nasibinizi arayıp şükredin diye, denizleri sizin hizmetinize verdi.

Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsini O kendi tarafından bir lütuf olarak sizin hizmetinize verdi. Tefekkür eden bir topluluk için bunda nice âyetler vardır.

Câsiye, 45:12-13

 

Bu iki kitaptan Kur’ân-ı Kerim, pek çok yerinde, hattâ bizim konuyla ilgisiz zannettiğimiz yerlerde bile, birden bire dikkatimizi etrafımızdaki varlıklara çevirir. Göklerin ve yerin hakimiyetinin bütünüyle Allah’a ait olduğunu hatırlatır, geceyi ve gündüzü Onun yarattığını bildirir, âlemlerde ne varsa hepsinin de Allah’ı hamd ile tesbih ettiğini bildirir, yerden ve gökten gönderdiği nimetlerle her birimizi bu dünya üzerinde bizzat ağırlayanın Allah olduğunu hatırlatır. Kur’ân’ın bize gösterdiği yerden etrafımızdaki âleme bakmazsak bu anlamları çıkarmamız pek zor, hattâ imkânsız olurdu.

Bununla beraber, etrafımızdaki varlıklarla içli dışlı oluşumuzun, onlarla ilgili âyetleri ciddî bir şekilde tefekkür etmemize çoğu zaman engel teşkil ettiği de bir gerçektir. Tefsirler anlaşılması zor olan hususlar üzerinde yoğunlaştıkları için, herkesin kolaylıkla anlayabileceği bu gibi konular üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmazlar. Biz de bu âyetleri “Nasıl olsa biliyoruz” diyerek okuyup geçeriz. Böylelikle Kur’ân’ı da, hayatı da okuyuşumuz bir hayli eksik kaldığı gibi, imanımızın tesirini de hayatımızda çoğu zaman hissedilmez.

Bu problemin tek bir çözümü vardır:

Aşina olduğumuz varlık ve olaylarla aramızdaki ülfet perdesini yırtmak ve her şeye yeni görüyormuş gibi, Kur’ân’ın gösterdiği yerden “dikkatle bakmak.”

İşte bunu yaptığımız zaman meraklı bir yolcu olarak bu âlemi incelemeye başlar, kısa sayılabilecek bir süre için bu dünyaya gönderilişimizin amacını araştırır, Kur’ân ile kâinat kitabını zihnimizdeki soruların ışığında okur, her taraftan bizi kuşatan rahmet, hikmet ve muhabbet âyetlerinin anlamlarını çözmeye başlarız. Tekrar edelim, eğer güneş gibi, ay gibi, yıldızlar gibi âlemimizi kaplayan tekvinî âyetleri okumaz, okuyamaz veya üstünkörü okur gibi yaparak geçiştirirsek, bu rahmet, hikmet ve muhabbet âyetlerinin anlamlarını da çözemeyiz. Veya çözer gibi olsak da bu anlamlar hayatımıza hükmetmezler. Bu sebepten olsa gerektir ki, kâinat âyetlerine Allah’ı anmak için bakanlar, hadis-i şerifte “Allah’ın en sevgili kulları” olarak nitelenmiştir.

Ebu’d-Derdâ’nın işaret ettiği “Allah’ı insanlara sevdirenlere” gelince:

İşte onlar Kur’ân’ı da, kâinat kitabını da dosdoğru okuyan ve dosdoğru okutan kimselerdir. Çünkü Kur’an da, hayat da muhabbetle başlar, Allah’ın kullarına Onun rahmet ve muhabbetini müjdeler, onlara sevmeyi ve sevilmeyi öğretir. İnsan, anne-baba-akraba şefkatleri arasında hayata gözünü açar; Kur’an da her bir suresine Allah’ın rahmetini müjdeleyerek başlar. Eğer insan gerek hayatta, gerekse Kitapta yüzüne gülümseyen rahmet ve muhabbet çağrılarının bir listesini çıkarmaya kalksa, hayatta en açık ve kapsamlı şekilde hükmeden hakikatlerin bunlar olduğunu görecek ve evvelce dikkati bile çekmemiş olan bu çağrılardan nicesini hayret ve muhabbet içinde okumaya başlayacaktır.

Gözü veren, kâinatta sergilediği eserlerini kuluna seyrettirmek istemiştir. Kulağı veren, kâinatın Onu terennümünü kuluna dinletmek istemiştir. Dili veren, yeryüzünü dolduran binlerce çeşit nimetin ayrı ayrı tatlarını kuluna tattırmak istemiştir. Bütün bunlar birer muhabbet izharıdır; kula yaraşan da bu muhabbet izharına, kendisini Ona sevdirmekle karşılık vermektir.

Allah’ın insan üzerindeki lütuf ve nimetlerini hatırlatan bütün âyetler, aslında birer muhabbet davetiyesidir. İnsan bu davetiyelerden hangisini eline alıp da izini sürecek olsa, kendisini Yer ve Gökler Rabbinin rahmet ve muhabbetinin kucağında bulacaktır. Fıtrata ve hikmete uygun şekilde davranan ilim ve irşad ehli, işte kâinatı kuşatmış olan muhabbet hakikatini dosdoğru bir şekilde gören ve gösteren kimselerdir ve insanları çağırdıkları muhabbetullaha herkesten çok lâyık olanlar da hiç şüphesiz onlardır.

Bir Ayet Bir Hadis programının ikinci bölümünü buradan izleyebilirsiniz (abone olmayı unutmayınız):

https://www.youtube.com/watch?v=XghHLWawAuQ&t=1633s