İşte
şu âhiret yurdunu, Biz yeryüzünde büyüklük taslayıp bozgunculuk yapmak
istemeyen kimselere nasip ederiz. Âkıbet, Allah’a karşı gelmekten
sakınanlarındır.
Kasas,
28:83
Hz.
Ali: Ayakkabısının bağını arkadaşınınkinden üstün gören ve bundan hoşlanan
kimse de “yeryüzünde büyüklük taslayıp bozgunculuk yapmak isteyen kimse”
kapsamındadır.
Taberî,
Kasas 83 tefsiri
Zenginliğiyle
övünen ve insanlara karşı büyüklük taslayan Karun’un sarayıyla beraber yerin
dibine geçtiğini anlatan âyetlerden sonra gelen bu âyet-i kerime, büyüklük
taslamayan ve bozgunculuk yapmayan kimseler için ise ebedî bir âhiret yurdunu
vaad ediyor.
Gerek Karun ile
ilglii olarak anlatılanlar, gerekse “büyüklük taslamayan ve bozgunculuk
yapmayan kimse” şeklinde yapılan tanım gayet açık anlamlar içerdiği için, her
iki sınıf insan hakkında da âyetlerin maksadı tereddüde yer bırakmayacak
şekilde anlaşılmaktadır. Ancak bu işin bir süreç işi olduğu ve her iki gruptaki
insanların da birden bire âyette tanımlanan bir duruma gelmediği
unutulmamalıdır. Eğer bu husus unutulur veya ihmal edilirse, tehlikenin farkına
varıldığı zaman geriye dönmek imkânı güçleşmiş, bazan da imkânsız denecek
dereceye gelmiş olabilir.
İşte bu noktada
Hz. Ali, o keskin bakışı ve engin feraseti ile bize bir ipucu veriyor ve diyor
ki: “Ayakkabısının bağını arkadaşınınkinden üstün gören ve bundan hoşlanan
kimse de ‘yeryüzünde büyüklük taslayıp bozgunculuk yapmak isteyen kimse’
kapsamındadır.”
Yanlış anlamaya
meydan vermemek için, bu sözdeki vurgunun altını çizelim: “Ayakkabısının bağını
arkadaşınınkinden üstün GÖREN ve bundan HOŞLANAN kimse.” Yoksa,
arkadaşınınkinden üstün olan kimse değil. Nitekim “Kalbinde zerre kadar kibir
bulunan Cennete giremez” buyuran Resulullah’a “İnsan elbisesinin ve
ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır” diye sorulduğunda şöyle buyurmuştu:
“Allah güzeldir,
güzeli sever. Kibir ise, hakkı kabullenmemek ve insanları küçük görmektir.”[1]
“Allah rızıkta
sizi birbirinize üstün kıldı”[2]
mealindeki âyet-i kerimede de açıkça belirtildiği gibi, insanların nimetlerden
farklı derecelerde nasip alması, İlâhî takdirin bir sonucudur ve bunun çeşitli
hikmetleri vardır. Burada şu kadarını belirtmekle yetinelim: Bu dünyada kime ne
verilmişse, kıyamet gününde onun hesabı sorulacaktır; bu bakımdan, sadece
imtihan için ve geçici olarak uhdesine verilmiş olan nimetler, sahipleri için
hiçbir surette bir değer ölçüsü teşkil etmez.
Fakat insan
kendisine verileni bir değer ölçüsü olarak aldığı zaman ölçüler şaşmış, insanın
yönü değişmiş, değerleri başkalaşmıştır.
Kendisine nasip
olanı arkadaşına nasip olandan daha üstün gördüğü zaman “Benimki daha üstün”
der ve şuurlu yahut şuursuz şekilde kendisinde bir büyüklük farz eder.
Tersi olduğunda
ise arkadaşına karşı bir kıskançlık hisseder. Aradaki farkı kapatıp da onun
önüne geçmedikçe rahat yüzü görmez.
Filan marka veya
model arabaya binmek, filan yerde şöyle bir eve sahip olmak, cep telefonunda en
üstün markanın en yeni modelini yakalamak, manto ve eşarpta filanca markaya
dünyanın parasını harcamak gibi konularda bu üstünlük sevdası gayet aşikâr
şekilde kendisini belli eder. Fakat bu, arızanın belli olduğu noktadır. Bu
noktada ise artık üstünlük hevesinin bastırılması bir hayli zorlaşmıştır. Bu
konuda alınacak en etkili önlem, üstünlük hevesinin ilk olarak ortaya çıkması
muhtemel olan yerde onu yakalamaktır. Hz. Ali işte bunu yapmış ve ayakkabı bağı
gibi kimsenin gözüne bile ilişmeyen ve hiçbir değer verilmeyen bir şeyde dahi
üstünlük hevesinin ortaya çıkma ihtimaline dikkatimizi çekmiştir.
Evet,
ayakkabımızın bağı arkadaşımızınkinden üstün çıktı diye içimizde belli belirsiz
dahi olsa bir hoşnutluk duyuyorsak, işte burası yeryüzünde üstünlük dâvâsı
gütme hevesinin çıktığı yerdir. Bunu önemsiz görür ve duygularımızı
“eğitmezsek,” bundan daha değerli eşyalardaki üstünlük hevesi onu takip eder.
Bu yarışın en sonunda varacağı yeri ise, Kasas sûresinde anlatılan Karun
kıssası bize açık ve ibretli bir şekilde göstermiştir. Maddî eşya ve rütbelerin
en geçerli değer ölçüsünü teşkil ettiği zamanımız toplumlarında ise biz bu
yarışa ayakkabımızın bağından değil, çok daha ilerilerden, hattâ daha çocuk
yaşlarda telefon markaları gibi pahalı ve gösterişli eşyalardan başlıyoruz.
Fakat Allah’ın
kitabı bize bütün bunlardan çok daha yüksek bir hedef gösteriyor ve siz böyle
değersiz şeyler uğrunda değil, şöyle değerli hedefler uğrunda yarışın diyor:
Rabbinizden
erişecek bir bağışlanmayı ve öyle bir Cenneti kazanmak için yarışın ki,
genişliği gök ile yerin genişliği kadardır ve Allah ile peygamberlerine iman
edenler için hazırlanmıştır. İşte bu Allah’ın lütfudur; onu dilediğine verir.
Gerçekten de Allah pek büyük lütuf sahibidir.[3]
Hz. Ali ise, böyle
bir yarışı gerçekten bir hayat gayesi edinebilmek için, yarışa başlamamız
gereken yeri gösteriyor:
Ayakkabımızın
bağı.
https://www.youtube.com/live/XghHLWawAuQ?feature=share