Allah'tan razı olmak: 2

 
    

Allah onlardan razıdır, onlar Allah’tan.

Mâide Sûresi, 5:119; Tevbe Sûresi, 9:100; Mücadele Sûresi, 58:22; Beyyine Sûresi, 98:8

   

ÜMİT ŞİMŞEK

 

KULUN ALLAH’TAN razı olmasının bir de dünya hayatına bakan yönü vardır. Asıl önemli olan da budur; zira ebedî âlemdeki hoşnutluk, kulun bu âlemde göstereceği rıza üzerine bina edilecektir. Bir başka deyişle, kulun ebedî âlemde hoşnut olacağı lütuflara erişmesi, bu dünyada Rabbinden razı olmasına bağlıdır.

“Allah’tan razı olmamak kulun ne haddine?” denebilir. Doğrudur. Ancak, Allah’tan razı olmak demek, bir sözle başlayıp bitecek bir iş değildir. Bu bir iman ve teslimiyet meselesidir ki, eserini bilfiil dünya hayatında göstermek ister.

Allah’tan razı olmak, herşeyden önce, Onun bütün âlemleri kuşatan rablığını kesin bir iman ve tam bir gönül rızasıyla kabul etmek, tasdik etmek ve Ona teslim olmak demektir. Bu ise, bu dünyada var olan herşeyin ve olup biten her hadisenin, büyük olsun küçük olsun, açık olsun gizli olsun, Onun izin ve kudretiyle vücuda geldiğini bilmek ve bu bilinçle yaşamak anlamına gelir. Gerçi herkes buna inandığını söyler; ama insanlardan birçoğu, bir yandan böyle söylerken, bir yandan da, Allah’ın egemenliğini çeşitli sebepler, kişiler veya kurumlar arasında dağıtmaktan geri kalmaz. Allah’ın mülkünü tümüyle Allah’a teslim etmeye razı olmayan kimselerin Allah’tan razı olma iddiasında bulunmaya hakkı olur mu?

Herşeyin Allah’tan geldiğini bildikten sonra, bunu gönül hoşnutluğu ile kabul etmek de imanın bir gereğidir. Egemenlik tümüyle Ona ait ise ve Onun ilmi, hikmeti, rahmeti de herşeyi kuşatmış ise, Onun takdir ettiği birşeyden hayırlı ne olabilir? Şu kadar var ki, bizim sınırlı bilgimiz hadiselerin içyüzünü ve bütün sonuçlarını birden kuşatamadığı için, Allah’tan gelen herşey bize ilk bakışta hoş görünmeyebilir. İşte kulun Allah’tan razı olup olmadığı da böyle durumlarda ortaya çıkar. Kişi, hoşlanmasa da Allah’tan geleni “Madem Ondandır; öyleyse hoştur” diye karşılayabiliyorsa, imanın güzelliğine ermiş, Rabbinden razı olduğunu bilfiil ortaya koymuş demektir. Çünkü Rabbinden razı olmanın ölçüsü, Onun takdirine razı olmaktır. Öyle kulların Allah rızasını ummaya hakları vardır.

Kulun Rabbinden rızası, Onun dinine karşı olan tutumuyla da ortaya çıkar. Onun ve elçilerinin buyruklarını eğip bükmeden kabul etmek ve yasaklarından kaçınmaya çalışmak bu hoşnutluğun başlıca göstergesidir. Bu bağlamda, Allah’tan razı olmak ile Allah’ın dininden razı olmak aynı anlama gelir. Fakat burası da diller ile davranışların çoğu zaman birbirini yalanladığı bir alandır.

Kime sorsanız, “Elhamdülillâh Müslümanım” der. Bu bir rıza ifadesidir. Ancak nefsin, çevrenin, zamanın, zeminin şartlarıyla Allah’ın buyrukları arasında bir aykırılık ortaya çıktığı zaman, bir de bakmışsınız, dininden dolayı hamd edenlerden birçoğu, Allah’ın dinini orasından burasından kırparak, eğerek, yamultarak, kendi heveslerine uydurmakta birbiriyle yarışa girmiştir. Oysa kuldan beklenen şey dini hayatına uydurmak değil, hayatını dine uydurmaktır. Nefsinden ve dünya hayatından razı olan kişi dinini kendisine uydurur; Rabbinden razı olan kişi ise, kendisini dine uydurmak için sürekli bir çaba içinde olur.

Ebedî hayatta Allah’tan gelene razı olmak ve Onun nimetleriyle hoşnut bir hayat sürebilmek, bu dünya hayatındaki rızanın sonucudur ki, hadis-i şerif bizi, bu hakikati sürekli şekilde hatırlamaya ve bu bilinci canlı tutmaya çağırıyor:

 

Kim akşama ve sabaha erdiği zaman “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâmdan, peygamber olarak Muhammed’den razı oldum” derse, kıyamet gününde onu razı etmek Allah üzerine bir hak olur.[1]

 



[1] İbni Mâce, Dua: 14.