Önce, Süleyman Hayri Bolay hocadan dinlediğimiz ve evvelce de bu sütunlarda naklettiğimiz bir anekdotu hatırlayalım.
Bolay hoca, 1950’li yılların başlarında Irak’ta yapılan bir
toplantıda Emced Zehavî’nin şöyle bir tesbitte bulnduğunu nakletmişti:
Biz her mağlûbiyetten sonra kendi içimizde bir muhasebe yapar ve bu mağlûbiyetin niçin başımıza geldiğini araştırarak dersler çıkarırız. Suçu kâfirlere, Yahudilere, münafıklara atmak kolaydır; fakat bunlar Resulullah (s.a.v.) zamanında da vardı. Bunlar o zaman tesirli olmayıp da şimdi tesirli olabiliyorlarsa, kusuru kendimizde aramamız gerekir. Biz de böyle yapıyor ve kendi hatâlarımızı bulup düzeltmeye çalışıyoruz.[1]
Emced Zehavî’nin Asr-ı Saadete atıfta bulunarak naklettiği
bu metoda zamanımızda ihtiyaç duyulmuyor. Çünkü hayatın her alanında her türlü
olumsuzluğu kolayca açıklayarak suçu üzerine atabileceğimiz bir düşman var:
Dış güçler.
Geri kalmışlıktan ihtilâf ve tefrikalara, ilmî
yetersizliklerden hayat pahalılığına kadar bizi kuşatan ne kadar talihsizlik
varsa, hepsinin ortak faili işte bu.
Eski İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı’nın hatıralarında ise,
dış güçlerin sabıka defterine yeni ilâveler yapmak konusunda Pakistanlı
kardeşlerimizin bizi geride bıraktıklarını gösteren şöyle bir anekdot yer alıyor:
Müslüman toplumlarda egemen kesimler diğerlerini ötekileştirmekte, böylece farklı ve yeni bilgi ve düşüncelerin üretilme imkânını yok etmektedirler. Bunun sonucunda ortaya çıkan bilgi ve düşünce kısırlığının kaçınılmaz kıldığı topyekûn geri kalmışlığın sebepleri ise genellikle “dış düşmanlar”a bağlanmaktadır. Müftülüğüm sırasında, Pakistan’da yasaların parlamentodan geçtikten sonra şeriata uygunluğunu onaylayan kurumun üyeleri ziyaretime gelmişlerdi. “Pakistan’da Müslümanlar birbirinin camilerini bombalıyorlar. Bu neden böyle?” diye sorduğumda gayet emin ve rahat bir şekilde “Dış düşmanlar yaptırıyor” tarzında bir cevap vermişlerdi.[2]
-- Ümit Şimşek