En iyisi oruç tutmaktır


   

PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN


Sunuş 

“Ya eyyühellezîne âmenû!” diye başlayan âyet-i kerimeleri konu edinen Kur’an’ın Mü’minlere Diriliş Çağrısı adlı kitabı hazırlarken,[1] bazen âyet sonlarında bazen âyetlerin içinde yer alan “zâliküm hayrun leküm”, “ve hüve hayrun leküm”, ” ve hüve hayrun lehû/lehüm” gibi, bizim için hayırlı, daha hayırlı ve en hayırlı olduğu vurgularını içeren cümleler dikkatimi çekmişti.

Her şeyi dilediği gibi yapan[2] ve hangimizin daha güzel ameller işleyeceğimizi sınamak için ölümü de dirimi de yarattığını[3]bildiren Rabbimizin bu uygulamasının mü’minlere bakan yönü, vermek istediği ders, göstermek istediği yol ve yöntem üzerinde düşünmek, Kur’ânî hikmet algımızı, feyzimizi, zevkimizi artıracak, ifâde ve üslubumuzu etkileyecektir. Ayrıca konuların “hayırlılık” yönlerine ilişkin bir bilgi birikimine de vesile olacaktır. Bu birikimin etkisiyle hayırlı eylem ve davranışlarımızın gelişmesi ve artması da mümkün olabilecektir.

Konu edineceğimiz âyet-i kerimelerde ortak ve ana kelime “hayr“dır. Hayr’a genellikle ahyar yani daha hayırlı mânâsı verilir. Bu mânâ verildiği zaman tabii olarak “hayırlı” olanın ne olduğu sorusu akla gelmektedir. Bu sebeple “hayrun” kelimesini, ya “hayırlı” olanı açıklayıp “…dan daha hayırlı” diye, ya da “hayırlı olan, hayırlısı” diye anlamak ve anlamlandırmak isabetli olacaktır.  Bu çalışmada “hayr” kelimesi bu ikili çerçevede değerlendirilecektir. Başlıkta ise, ortak noktayı dikkate alarak “hayırlısı” demekle yetinildi.

Rabbim yardımcımız olsun.


أَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ وَأَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ


Oruç günleri sayılıdır. Ancak hasta olan veya yolculuğa çıkıp da oruç tutamayanlarınız, tutamadığı oruçları diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar ise her oruç için bir fakiri doyuracak kadar fidye verir. Kim gönlünden koparak fazla fazla verirse, kendisi için daha hayırlı olur. (Eğer orucun faziletini) Bilirseniz, oruç tutmanız sizin için (fidye vermekten) daha hayırlıdır.”[4]

İslâm’ın beş baş ilkesinden biri olan oruç, – sayısı ve uygulama şekli farklı da olsa – bütün dinlerde yer alan kulluk görevlerindendir.[5]

Âyet-i kerimede, oruç ibadetinin yerine getirildiği Ramazan ayı hicrî takvime göre bazı yıllar 29, bazı yıllar 30 gün sürdüğü için bu gerçeğe uygun olarak oruç günlerinin sayılı olduğu bildirilmiş, kesin bir rakam verilmemiştir.

Bu sayılı günlerde hastalık ve yolculuk gibi durumların engel olması halinde, oruç tutulamayan günlerin sayısı kadar Ramazan’dan sonraki günlerde oruç tutmaya müsaade edilmiştir.

Ramazanda ve Ramazan dışında oruç tutmaya dayanamayanlar için ise her oruç için bir fidye verme imkanı tanınmıştır.

Fidye, “bedel” demektir. Çok yaşlı olduğu veya müzmin/kronik hastalık sebebiyle oruç tutamayanlara tutamadıkları oruçların herbirine bedel olarak bir yoksulu sabahlı akşamlı bir gün yedirip içirme ruhsatı/kolaylığı getirilmiştir.

Fidyeyi “gönlünden koparak  fazlasıyla yerine getiren kimsenin bu yaptığının kendisi için “daha hayırlı/iyi olduğu” ayrıcaaçıklanmıştır.Böylece fidyeden elde edilecek hayrın arttırılmasının yolu gösterilmiştir.

Fidye verme kolaylığından yararlanmak ve fazlaca fidye verip hayrı arttırmak mümkün olmakla beraber “oruç tutmanız, bilirseniz, sizin için en hayırlısıdır” buyrulmuştur. Bu iseoruçtan beklenen netice bakımından en doğru/hayırlı davranışın, oruç tutmak yani ibâdetin aslını yerine getirmek olduğunu göstermektedir.  

Bilindiği gibi his ve hevesler, sınırsız ve serbest davranışların kaynağıdır. Bunlar, inanç gereği yerine getirilenoruç ve imsak disiplini ile belli kayıt ve sınırlar içinde ilkeli davranmaya alıştırılabilir. Yani bir önceki 183. âyette gerekçe olarak bildirilmiş bulunan “ittika“/Allah emir ve yasaklarına saygı, tam olarak ancak oruç tutmakla gerçekleşebilir. “Oruç tutmanız, bilirseniz, sizin için en hayırlısıdır” buyruğu bu gerçeğin maddi-mânevi getirisine işaret etmektedir.

Âyet-i kerimede ilginç bir şekilde “daha hayırlı” buyruğu iki kez tekrar edilmektedir:

Bir fakiri bir gün yedirme-içirme fidyesini gönüllü olarak artırmanın, artıran için “daha hayırlı” olduğu bildirilmiş, arkasından da oruç tutmak suretiyle görevin aslını yerine getirmenin, artırılmış fidye’den de “daha hayırlı” olduğu açıklanmıştır.

Böylece orucun, belli şartlar çerçevesinde fidye ile yerine getirilebileceği ruhsatına bakıp oruç tutmanın o kadar da önemli olmadığı gibi yanlış bir izlenim edinilmemesi için emrin aslını yerine getirmenin, -genel ve temel kural olarak- daha hayırlı olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu noktadaki hikmeti, bilgisi ve kavrayışı yerinde olanların idrak edebileceğine de “bilirseniz” diye ayrıca işaret edilmiştir.

Âyet-i kerimede ifade buyrulan hayırlılığın açılım ve anlatımı bakımından Peygamber Efendimiz’in ” الصِّيَامُ جُنَّةٌoruç kalkandır[6]  buyruğunu hatırlamak yerinde olacaktır. Zira Efendimiz bu hadisi ile Müslümanın -en tabiî ve uygun- korunma imkan ve yolunun oruç ibadeti olduğunu bildirmiştir.

Esasen bazı rivâyetlerde orucun, “mükemmel bir kalkan”“cehenneme karşı kalkan”, “sizden birinizin savaşırken kullandığı gibi bir kalkan” olarak tanıtıldığı görülmektedir. Bu tanıtımlar, koruma işlevinin iyice anlaşılmasını sağladığı gibi, işin âhiret boyutunu da “cehenneme karşı kalkan” diyeortaya koymuş olmaktadır.

Orucun terbiye edici ve koruyucu etkisi, onun “Allah için” olma niteliğinden kaynaklanmakta ve karşılığı da tamamen ilâhî takdire bağlı bulunmaktadır. Nitekim bir kudsî hadiste yüce Rabbimiz,”Oruç benim içindir, ödülünü de ben vereceğim”[7] buyurmuştur.

Netice itibariyle âyet-i kerime, açlık görünümündeki oruç ibadetinin  insanı his ve heveslerine uyup kötülük işlemekten alıkoyması sebebiyle bireysel ve toplumsal açıdan “pek faydalı ve çok hayırlı” olduğunu ilan etmiş; hadis-i şerif, kazanılan bireysel ve sosyal hayrı, “kalkan” benzetmesi ve işleviyle somutlaştırmış bulunmaktadır. Hadîs-i kutsî ise, oruçtaki mânevi kazanımın Allah’ın takdirinde bulunduğunu bildirmek suretiyle onun tahminler üzerinde bir hayırlılık boyutuna sahip olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu ayrıcalıklı durum, müminler için – tabir-i câiz ise- “çok yönlü ve ucu açık kazanım imkanı” olarak oruç ibadetinin anlam ve hayrının pek derin ve çok büyük olduğunu göstermektedir.

Öte yandan hicri takvime göre oruç mevsiminin her yıl on gün erken gelmesi sebebiyle otuz küsur senede bütün bir yılın oruç mevsimi niteliği kazanması ve dolayısıyla tüm günleri oruçlu geçirme deneyim ve zevkinin tadılması da bir başka hayır olmaktadır.

“Allah’ın takdiri” hayrın tâ kendisi olduğuna göre, unvanlı unvansız birilerinin zaman zaman dile getirdiği oruç ayı Ramazan’ı, Eylül gibi bir ayda sâbitleyip yaz-kış değişik mevsimlere gelmesini önleme düşünce ve tekliflerinin ne denli bir densizlik, hadsizlik, dîni hikmet bilincinden uzak bir cür’etkârlık ve câhillik olduğu da anlaşılmaktadır.

Yüce Rabbim, ümmet-i Muhammed’e içinde bulunduğumuz maddi-mânevi hayrı, rahmeti ve bereketi bol kulluk mevsimi Ramazan ayından yararlanmayı nasip eylesin.


[1] İFAV Yayınları, İstanbul, 2021

[2] Hud (11), 107; el-Hac (22), 14

[3] Bk. el-Mülk (67), 2

[4] el-Bakara (2), 184

[5] Bk. el-Bakara (2), 183

[6] Buharî, Savm 2, Tevhid 35, Müslim, Sıyam 162; Ebû Dâvud, Savm 25; Tirmizi, Cum’a 79, Savm 54, İman 8; İbni Mâce, Sıyâm 1, Fiten 12, Zühd 22; Dârimi,Savm27, 50; Muvatta, Sıyam 57

[7] Buhâri, Savm 2; Tevhid 35; Müslim, Sıyam 162