Hasret mi, şükür mü?


Günlerin ve mevsimlerin güzellikleri birer birer ayrılıp gidecekler. Ömür dakikalarımız, günlerimiz, yıllarımız da onlarla beraber gidecek. Gidenlerden bizim payımıza kalacak olan hangisi: hasret mi, şükür mü?


ÜMİT ŞİMŞEK

HER YENİ GÜN, yeni bir âlem serer gözümüzün önüne. Her gece yıldızlar ayrı bir desenle süsler gökkubbemizi. Her mevsim ayrı sofralar kurulur dünyamızda.

Her gün dünya yeniden doğar, her yıl yeryüzü yeniden di­rilir.

Bir yanda ovalar çiçeklerle bezenir, bir yanda ıssız sahil ka­yalıkları kuşlarla şenlenir. Sünbüller, menekşeler, serçeler, kelebekler, tavuslar, yunuslar yeri, göğü ve denizin derinlik­lerini süsler. Manevî kameralar, zaman dediğimiz film şeri­dinde her an milyarlarca kareye İlâhî isimlerin nakışlarını doldurur.

Bir yanda bülbüller şakır, bir yanda semâ bulutların nâralarıyla çınlar. Bir başka yerde ırmakların uğultusuyla yaprakların hışırtısı beraberce İlâhî bir musikîyi seslendirir. Her bir hava zerresi, minicik kulağıyla bu seslerin hepsini tek tek ezberler, minicik ağzıyla aynen tekrarlar. Atmosferin her bir zerresi birer teyp olur. Sesler kaydedilir, sesler nakledilir.

Dünyayı çepeçevre kuşatan çok, ama pek çok sesli bir musikî, sa­yısız dillerle ve nağmelerle terennüm edilen Lâ ilâhe illâ hû sadâsını sayısız kulaklarda ve hafızalarda nakşeder.

Ve dünya, mazhar olduğu İlâhî isimlerin neş’esiyle, semâa kalkmış bir Mevlevî gibi döne döne uzayın derinliklerinde uçar. O uçarken, bir konser salonunun duvarlarında yankıla­nan müzik misali, kâinatın ufuklarında da tevhid sadâları çınlar, durur. Bu muhteşem sanat galerisinde sergilenen her bir eser, dünya ile birlikte gelip geçtiği her yerde bir tevhid mührü bırakır.

Filmi çekilmiş bir dekor nasıl değiştirilirse, dünyamız da her an öylece yenilenir ve tazelenir. Mahlûkat kafileleri birbi­ri ardınca gelip geçerler. Gürül gürül akan bir ırmağın su damlacıklarındaki güneşin parıltısı gibi, dünya üzerinden ge­lip geçen varlıklar üzerinde de İlâhî bir sanatın ebedî güzel­liği parlamaya devam eder.

Su damlacıkları gider, fakat parıltı hâlâ oradadır. Gözümüz önünden kaybolup giden şirin ve sevimli varlıkların güzel­likleri de, demek ki, kendilerinin değildir. Kendilerinin olsay­dı, o güzellikleri de beraberlerinde alıp götüreceklerdi. Oysa o birbirinden güzel varlıkların kaybolup gitmesiyle dünya çirkinleşmiyor; bilâkis yenileniyor, tazeleniyor ve daha da gü­zelleşiyor.

İşte, şu sararıp dökülmüş yaprakların yerine önümüzdeki bahar yenileri ve yeşilleri gelecek. Kışın beyaz kefenine bü­rünmek üzere olan yeryüzünden, birkaç ay sonra rengârenk hayat fışkıracak. Çıplak dağlar yine gelinciklerle, sarıçiçeklerle süslenecek. Bu sabah tanyerini rengârenk bir tablo haline getiren bulutların yerine, akşam vakti başka bulutlar, her sa­niye değişen gurup manzaralarıyla daha değişik tablolar çi­zecek.

Fakat onlarla beraber giden ömür dakikalarımızın yerine yenileri gelmeyecek. Bugüne kadar binlerce “bugün” elimiz­den çıktığı gibi, bugün de çıkacak, yarın da çıkacak. Bunlar­dan bir kısmı hasretle anılacak, bir kısmı da şükürle hatırla­nacak.

Eğer her gün doğan güneş bize yeni birşeyler anlatmıyor­sa—

Mızrap vurmuş tanbur teli gibi rüzgârın dokunmasıyla ih­tizaza gelen ağaç yaprakları penceremizin önünde akşama kadar oynaşıp durdukları halde bizi dünyanın bunalımlarından çekip de Âyetü’l-Kübrâ’nın mârifetullah ve muhabbetullah deryasına sürükleyemiyorsa—

Başımızın üzerinde kanat çırpıp duran kuşlar, zikir ve tes­bihlerine katılma neş’esini bizde uyandıramıyorsa—

Daha da kötüsü, kâinatı sarıp sarmalayan İlâhî güzelliğin hakikatleriyle haşir neşir olmadan geçen bir ânı kaybolmuş bir hayat telâkki eden Nur’un birinci talebesi gibi “O Nurlar­la iştigal etmediğim zamanlar keşke enfâs-ı mâdûde-i hayat­tan olmaya idiler [yaşanmış sayılmasaydı]” diyemiyorsak—

O zaman giden ömür gerçekten gitmiştir. Ne ardında bir feyiz bırakır, ne âhiret âleminde sünbüllenir, ne de bir daha ele geçer!

***

İŞTE, her yeni gün, yeni bir âlem serer gözümüzün önüne.

Her yeni günle beraber yeni fırsatlar doğar.

Günler, mevsimler, yıllar ve fırsatlar birbirini takip eder.

Sonra gün gelir, fırsatlar biter.

Hiç beklemediğimiz bir anda perde kapanır.

Bu defa, ömür sermayemiz bir film şeridi gibi önümüze serilir—ve Kur’ân’ın vaadini tasdik eder:

Defterler açıldığında,
Gök yerinden kaldırıldığında,
Cehennem kızıştırıldığında,
Cennet yaklaştırıldığında,
Herkes o gün için ne hazırladığını bilmiş olacaktır.1

l. Tekvir Sûresi, 10-14.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek