Dertli dünya


***

ÜMİT ŞİMŞEK

Dertsiz bir dünya özlemini hepimiz zaman zaman çekeriz. Fakat bu dünyanın tabiatına bu kadar ters düşen başka birşey düşünmek zordur — dünyanın çekilmezliği yüzünden değil, dertlerin vazgeçilmezliği yüzünden.

Dünyamızın dertlerle, acılarla, kötülüklerle iç içe yaratılmış olması eğer bize ters geliyorsa, bu durumu sonuçlarıyla birlikte dikkate almayışımız yüzündendir. Zira biz herhangi bir acıdan değil, bir işe yaramayan acılardan şikâyet ederiz. Önem verdiğimiz bir sonuca hizmet eden acılara ise seve seve katlanırız: iğne yaptırmak, ameliyat masasına yatmak, doğum yapmak gibi. Bir sağlıklı nefes, onu tekrar kazanmak için çekilen sıkıntılara değmez mi? Bebeğin bir gülüşü bütün acıları unutturmaz mı? Hattâ bazılarımız, sadece görüntüleri üzerinde rötuş yaptırmak için düzenli olarak bıçak altına yatarlar ve fâni ömürlerinin önemli bir kısmını bu operasyonların acıları içinde geçirirler de, bu konuda ağızlarından tek bir şikâyet sözü çıkmaz.

Biz bu tür acıları değerlendirirken, hadiseye genişçe bir açıdan yaklaşır ve onu tek başına değil, sonuçlarıyla birlikte ele alırız: Nasıl olsa sıkıntı gelip geçecek, sonuç ise bizimle kalacaktır. Bu dünyanın yaratılışına da aynı şekilde yaklaşabilseydik, onun dertli haline bir itirazımız olmazdı. Ancak bunun için bakış açımızı bir hayli genişletmek ve insanlık tarihini gözümüzün önüne getirmek gerekecektir. Şöyle de sorabiliriz:

Eğer bu dünya dertsiz bir dünya olsaydı, insanlık tarihinde faziletten ne kalırdı?

İnsanlar dünyaya gönüllerinde saklı nice fazilet tohumcuklarıyla gelirler. Ancak o tohumlar yeşermek için muhtaç veya dertli muhataplar ararlar. Açlığın olmadığı, hastalığın bilinmediği, kimsenin hiçbir şeye muhtaç olmadığı bir dünyada yardımsever insanlar da olmaz, kerem sahipleri de bulunmaz. Yaratanın bağışlayıcılığı günahkâr kullar istediği gibi, Onun bu ismine ayna olacak faziletli kullar da bağışlamak için kendilerine karşı kusur işleyen kimseler ister. Şefkat, fedakârlık, cömertlik, diğergâmlık, adalet, kusur örtme gibi nice faziletler vardır ki, ancak dertlerin ve kötülüklerin bulunduğu bir dünyada ortaya çıkarlar. İsterseniz Osmanlıdan bugünlere kalan eserlere bir bakın: aşhaneler, bîmarhaneler, sadaka taşları, dilenci mihrapları, vakıflar… Kulların ıztırapları, bir milletin gönlünde yatan fazilet madenini nasıl ateşlemiş de bir volkana çevirmiştir!

Evet, bu dünya acılarla karışık bir dünyadır; ama çirkin bir dünya değildir. Gerçi onun dertlerindeki güzellik, bir gülün simasındaki güzellik gibi hemen göz almaz. Ama dünyanın hallerinden kimi bizzat, kimi de sonuçları itibarıyla güzeldir. Onun dertleri de, insanlık âleminde açtırdığı fazilet çiçekleriyle bu dünyanın bir başka açıdan güzelleşmesine hizmet eder. Lâkin şu da var ki, insanlığın bir kısmında fazileti filizlendiren şey, başka bir kısmında her türlü kötülüğün yaygınlaşmasına sebep olabiliyor; hattâ ıztırapların çoğunluğu, kötülükte birbiriyle yarışan insanların ellerinden çıkıyor. Nihayet bu dünyanın halleri, yahut “kevnî âyetleri” de, tıpkı Kur’ân’ın âyetleri gibi, hak ile bâtılı birbirinden ayıran âyetlerdir; inananların iyiliğini, inkâr edenlerin de kötülüğünü arttırırlar. Böylelikle insan neslinin iyileri ve kötüleri birbirinden ayrılır; dünyanın bütün hesapları görüldüğünde hepsi lâyık olduğu karşılığa kavuşur; bu durum da sonunda bir adalet güzelliğine bağlanmış olur. İş, yine hadiseyi sonuçlarıyla birlikte görebilmekte düğümleniyor.

Başka yerde sebep aramaya hiç gerek yok: Bu dünyanın dertlerinin asıl sebebi insandır. Çünkü insan, bütün İlâhî isimlerin odak noktasında yaratılmış ve hepsine ayna olacak bir yeteneğe kavuşturulmuştur. Kâinatta bu yeteneklerin hep birden filizlenebileceği bir yer varsa, o da bu dertli dünyamızdır.