*
Kara topraktan çıkan yeşil tomurcuğun, ağacın başında cıvıldaşan serçenin, yavrulardaki sevimliliğin, annelerdeki şefkatin, yıldızlardaki ihtişamın tahrik ettiği muhabbet Ona aittir, Ondan gelir, Ona gider
ÜMİT ŞİMŞEK
Yeşil bir tomurcuk sessizce yarılır ve içinden kat kat güzellik fışkırır, kıpkırmızı bir gül olur. Onu gördüğünüzde, içinizde bir sevgi selinin coştuğunu duyarsınız. Elinize almak, sevmek, okşamak, koklamak, öpmek istersiniz.
Gür bir ağacın dalları arasında serçelerin cıvıl cıvıl seslerini duyduğunuzda yine aynı hisler canlanır içinizde. O minik yaratıkların masumane oynaşmalarında, çevik fakat sevimli hareketlerinde ve tatlı sesleriyle dünyanızı doldurmalarında bir sevgi daveti vardır. Kalbiniz o davete kapılır, gider: “Bir alabilsem avucuma! Okşasam o narin tüylerini, öpsem o minik başından!” Ama gelip de elinize konmazlar ki!
Bir kuşun yavrusunu besleyişi, bir anne kedinin yavrularını emzirip onlarla oynaşması, bir tavuğun civcivlerini peşine takarak iftiharla dolaşması, karşı konulamaz birer sevgi dâvetiyesidir. Tutabildiğinizi elinizle, tutamadığınızı gözünüzle seversiniz. Ama doymazsınız. Ruhunuzdan fışkıran o muhabbet seli birkaç okşama ve öpmeyle sükûn bulmaz.
Gökteki yıldızların renk renk tebessümünü fark ettiğinizde onları da kucaklamak ister içinizdeki sevgi seli. Eliniz yetişmez. Hiç değilse onların sizi dört bir taraftan dünyanızla beraber kucakladığını hissedersiniz. Fakat gökyüzü o dayanılmaz duyguyu kuşatamaz. Tomurcuktan fışkıran gül goncası gibi, içinizdeki o duygu da “Yâ Fâlık” diye feryat eder, kâinatın kabuklarını yarıp açılmak ister.
Hayalinize kâinatın sınırlan dar gelmeye başlayınca, o da zamanın sınırlarını zorlamaya başlar. Geçmişe gider, gelecekte dolaşır. Yüzyıllar boyunca kâinatı dolduran yıldızları ve çiçekleri, insanlık âlemini dolduran yıldızları ve çiçekleri tek tek ziyaret eder. Hepsiyle bir ilgi kurar, bir muhabbet peyda eder. Fakat hiçbiri ele geçmez, geçse de o sevgi yine sükûn bulmaz. Anlarsınız ki, mekân gibi zaman da o deryayı kuşatmakta âcizdir.
Öyleyse o sınır tanımayan duygunun, zaman ve mekân ötesinde bir hedefi olmalıdır. Hiçbir varlığın kaydı altına girmeyen ve girmeye razı olmayan o duygu, ancak her türlü kayıttan ve sınırdan münezzeh bir Zâta yöneltildiğinde sükûn bulur ve tatmin olur. İşte o zaman bırakın, kâinatın her zerresi bir sevgi deryası boşaltsın kalbinize. Nitekim getirir ve boşaltır. Ve kâinatın kuşatamadığı bir deryayı o kalp bir çırpıda kucaklar, kucakladıkça “Daha yok mu?” der.
***
İşte, kara topraktan çıkan yeşil tomurcuğun, yeşil tomurcuktan çıkan kırmızı goncanın tahrik ettiği muhabbet Ona aittir.
Ağacın başında cıvıldaşan serçenin terennüm ettiği muhabbet Ona aittir.
Yavrulardaki sevimliliğin, annelerdeki şefkatin uyandırdığı muhabbet Ona aittir.
Göklerde ve yerde, yıldızlarda ve kuşlarda, denizlerde ve çiçeklerde, geçmiş ve geleceğiyle bütün kâinatta sevilecek ne varsa, hepsinin de muhabbeti Ona aittir.
Demek herşeyde Onu tanıtan bir âyet olduğu gibi, herşeyde Onu sevdiren bir güzellik de var. Bu güzellik çiçek olur, kuş olur, rızık olur, nimet olur, şifâ olur, şefkat suretine bürünür, adalet şekline girer, celâl ve kibriyâsıyla tezahür eder, rahîmiyetiyle gülümser. Bazan gök gürültüleriyle, bazan bülbülün nağmeleriyle dile gelir. Kimi gözle görülür, kimi kulakla işitilir, kimi dille tadılır, kimi akılla anlaşılır. Ama hepsi de bütün bir kalp ve bütün bir ruhla sevilir. Çünkü hepsi, birbirinden güzel bin bir Esmânın tecellîlerinden birer parıltıdır.
“Meselâ îmânın güzelliği ve hakikatin güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemâli ve suretin cemali ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve merhametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı oldukları gibi, Cemîl-i Zülcelâlin nihayet derecede güzel olan Esmâ-i Hüsnâsının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.”1
Kalp o Sevgiliyi bulduktan sonra sevilenlerin veda edip gitmesi de elem vermez. Çünkü O bakîdir ve bütün muhabbet Ona aittir. Aynalar varsın değişsin; kalp zaten o fânî sevgililere râzı değildir.
Bin bir bâkî ismin binler bâkî güzelliklerini yeni yeni aynalarda seyretmek de bir başka güzellik değil mi?
1. Şualar, 4. Şua, 6. Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye, http://erisale.com/#content.tr.4.116