Ümmetimiz ve cemaatlerimiz: bir ittifak ve muhabbet tablosu

ÜMİT ŞİMŞEK

Ülkemizin önde gelen cemaatleri arasında bir müddettir devam eden meşveret ve müzakereler, tarihî bir dönüm noktası teşkil edecek bir ortak teşebbüsle, geçtiğimiz günlerde ilk somut meyvesini verdi.

İslâm ümmetinin ortak değerlerinden çağdaş İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî, İİKV ve Şekercihan tarafından organize edilen ve Altınoluk, İsmailağa ve Menzil cemaatleri ileri gelenlerinin de iştirak ederek Üstad’ı anlattığı muhteşem bir törenle yad edildi.

Törende ittihad-ı İslâm ve şûrâ konuşuldu, ümmete yol gösteren büyüklerimiz anlatıldı, binlerce gönül arasında muhabbet alınıp muhabbet verildi.

Gayb âlemlerinden çekilen resimler, hiç şüphesiz, bu cemaatlerin temelini atan büyüklerimizin hep birlikte, iftiharla ve sayısız hamd ü senâlarla seyredecekleri muhteşem manzaralarla doluydu.

Bu muhteşem toplantı bir ilk idi, ama arkadan gelecek daha büyük nice müjdelerin kokusunu taşıyordu. İnşaallah bu bahtiyar topluluk yarın bir başka büyüğümüzü, öbür gün daha başka bir büyüğümüzü Cennet meclislerinden esintiler taşıyan toplantılarda yad etmek ve onların en büyük idealleri olan İslâm ittihadına doğru gittikçe büyüyen adımlar atmak üzere bir araya gelecekler.

***

Cemaatlerimizin ittihad ve imtizacına ümmetin ittihadı olarak bakmak hiç de mübalâğa olmaz; onun için, nerede ve hangi işte cemaatlerimizden birkaçının bir araya geldiğini görsek, orada ümmetin uyanışını müjdeleyen bir sahne ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu ilim ve irfan ocaklarının İslâm toplumu içindeki yerini takdir edebilmek için, İslâm’ın ilk zamanlarını hatırlamak gerekiyor:

Resulullahın (s.a.v.) Medine’ye hicret ettikten sonra yaptığı ilk iş, Mescid-i Nebevîyi inşa etmek olmuştu. Fakat burası sadece namaz kılınan bir mahal değil, mü’minlerin akıllarına ve gönüllerine Nübüvvet feyzini akıtan bir ilim ve irfan mektebiydi. Daha sonra Medine’de bu mescid-mekteplerin sayısı dokuza kadar çıktı. Kur’an neymiş, Sünnet neymiş, marifetullah neymiş, muhabbetullah neymiş, adalet neymiş, fazilet neymiş, kardeşlik neymiş, hürmet ve muhabbet neymiş, takvâ neymiş, ihsan neymiş, îsar neymiş, bütün bunları ve daha nice meziyetleri insanlar buralarda yaşayarak öğrendiler, sonra dünya ahalisine öğretmek üzere buralardan diğer ülkelere ve kıt’alara yayıldılar.

Bütün toplumu kuşatan geniş ve planlı bir eğitim faaliyetinin devlet işi olduğunu düşünebilirsiniz. Bu bir ölçüde doğrudur. Lâkin resmî organizasyonlar bu meselenin sadece ilim yönünde iddia sahibi olabilirler. İrfan cephesinde ise devletin imkân ve otoritesinden daha ötede birşeylere ihtiyaç vardır. Bunlar yaşanarak öğrenilmek ister, bu güzellikleri çeşit çeşit güzellikler içinde yaşayan insanlarla hemhal olarak, her biri insanlık âleminin iftihar vesilesi olan insanların faziletlerini yansıtan muhabbet tablolarını öğrenerek, onları model edinerek, onlarla ebedî bir âlemde ebediyen beraber olmanın rüyalarını görerek öğrenilmek ve yaşanmak ister. Meselenin işte bu yönü, dinî cemaatlerin varlığını alternatifsiz kılan yönüdür.

Diğer yandan, ıslahat hareketleri daima tabandan başlamak zorundadır. İfsat yukarıdan aşağı olabilir, hem de pek kolay olur; bunun nice nümunelerine hepimiz şahidiz. Fakat ıslah için aşağıdan yukarıya doğru çalışmak gerekir. Nitekim Cumhuriyetin ilk yıllarında hüküm süren ve bir hocanın bir çocuğa Kur’an öğretmesini bile cürüm muamelesine tâbi tutan müthiş istibdat günlerinden bugünlere ulaşmamızı sağlayan en büyük etken, bizi biz yapan inanç ve değerleri gelecek nesillere aktarabilmek için hayatını ortaya koyan mütevazi insanların ve bilhassa cemaatlerimizin en ücra vatan köşelerine kadar uzanan faaliyetleri olmuştur. Uzun yıllar boyunca sabır ve sebatla yürütülen bu faaliyetler yurdun her köşesine kök salmış ve zamanla siyaset sahnesine de yansıyarak özgürlüklerin tekrar kazanılmasını netice vermiştir. Ve zaman göstermiştir ki, ümmetin bağrından çıkan cemaatleri geçici bir süre için birtakım zararlara uğratmak mümkün olsa bile ortadan kaldırmaya ve tesirlerini bütünüyle izale etmeye imkân yoktur; bu yöndeki talihsiz teşebbüsler cemaatleri yok etmez, ancak ayıklar, böylece ortada en sağlamları kalır, onlarla cemaatler daha sağlıklı bir şekilde yollarına devam ederler.

***

Cemaatlerin varlığını gerektiren bir başka özellikleri ise, çeşitlilikleridir. Kâinatı Esmâsının bin bir güzellikleriyle donatan Âlemlerin Rabbi, mahlûkatının en üstünü olan insana, bütün bu güzelliklere ayna olabilecek bir kabiliyet vermiştir. Ancak bu güzelliklerin hepsini birden en güzel şekilde yansıtabilmek, tek tek fertlerin başarabileceği bir iş değildir. Ama her bir cemaat, İslâmın şümullü güzelliklerinden bir kısmına ayna olur ve o güzelliklere müştak ruhları kendi etrafında toplar, sonra da onlardan yansıyan güzellikleri toplar, götürür, ümmetin büyük ve rengârenk aynasına boşaltır. Neticede, İslâmın her türlü güzellikleri, Esmâ-i Hüsnânın kâinata yayılmış tecelliyatından aşağı kalmayacak bir zenginlik ve parlaklıkla, Yer ve Gökler Rabbinin “en hayırlı ümmet” yâdına mazhar olmuş bulunan bu ümmet üzerinde ortaya çıkar. Bu neticeyi almak için çok sayıda farklı insanlara ihtiyaç olduğu gibi, farklı cemaatlere de ihtiyaç vardır. Faraza devlet veya başkaca bir örgüt, cemaatlerin işini üstlenmeye kalksa ve bunu samimiyetle yapmaya çalışsa, en nihayetinde başarabileceği şey, bizzat bir cemaat halini alarak, “İşte İslâm bundan ibarettir” diye, İslâmın güzelliklerinden cüz’î bir kısmını yansıtmaktan öteye geçemeyecektir.

Cemaatlerimizin bu zenginliği, onları birbiriyle kaynaşmaya ve içli dışlı olmaya sevk eden İlâhî bir takdiri de yansıtmaktadır. Farklı güzellikleri öne çıkaran yansımalarıyla farklı cemaatlerin fertleri bir araya geldikleri ve birbirlerine muhabbet nazarıyla baktıkları zaman, birbirlerinde hoşlanacakları ve iktibas etmek isteyecekleri şeyler göreceklerdir. İnsanların birbirlerine bu gözle baktıkları an ise, karşılıklı sevginin, saygının ve faziletli davranışların insandan insana, cemaatten cemaate sirayet ederek haleler halinde bütün toplumu kuşatmaya ve melekleri imrendirecek bir yüce makama doğru onları yükseltmeye başladığı andır. 14 Nisan 2019 günü İstanbul Kongre Merkezinde bir İslâm büyüğünü anmak için bir araya gelen insanlar, birbirlerini aynen böyle, tertemiz kalplerinin muhabbet aynasında gören ve gördüğü gibi tasvir eden insanlardı. O gün orada saatler boyunca kalpler konuşup durdu, diller sadece tercümanlık yaptı.

Şimdi, arayı hiç soğutmadan, ins ve cin şeytanlarının vesvese ve tereddütlerine hiçbir fırsat tanımadan, yeni faaliyetlerde buluşmanın zamanıdır. Büyüklerimizi yad etmek ise, bu faaliyetler içinde hiç şüphesiz çok önemli bir yer işgal ediyor; çünkü bizi biz yapan şeylerin canlı örneklerini onlarda buluyor ve bulduklarımızla hem istikametimizi sağlama alıyor, hem de onlar gibi olmak ve onlar gibi son nefese kadar cehd ve gayretle kendimizi bu mübarek ümmetin hizmetine hasretmek için şevk buluyoruz.