İman mutluluğumuz, korumak sorumluluğumuz - 3

PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN

Önceki iki yazımızda imanımızı koruma gereğinin inançla ve söylemle ilgili konuları üzerinde bazı tespitlerde bulunmuştuk. Bu kez eylem ağırlıklı koruma yollarına yönelik kısa değerlendirmeler yapmak ve böylece konuyu tamamlayıp sonlandırmak istiyoruz.

– 3 –

Eylem ağırlıklı imanı koruma ilkeleri

1. Helali helal bilip ondan yararlanmak. Allah Teâlâ “Ey iman edenler, Allah’ın size helâl kılmış olduğu güzel-temiz şeyleri haram saymayın. Hududu da aşmayın. Zira Allah haddi aşanları sevmez.”[1] buyurmaktadır. Bu âyet-i kerimenin sebeb-i nuzülü olarak şöyle bir vak’a anlatılır. İçlerinde önde gelen kimi sahabilerin de bulunduğu bir grup Osman b. Maz’un’un evinde toplanıp gündüzleri devamlı oruç tutmaya, geceleri uyumayıp namaz kılmaya, et yememeye, hanımlarla evlenmemeye vs. aralarında sözleşmişler. Bu ve bazı rivayetlerde anlatılan benzeri durumlar[2] Peygamber Efendimiz’e bildirilince Efendimiz ashâb-ı kirâmı uyarmış ve sözlerini şöyle bitirmiştir: “Kim, benim sünnetimin dışına çıkarsa, o benden değildir.[3]

Helalde israf etmemek ve helalinden kazanmak şartıyla helâl olan her şey yapılabilir. Nitekim âyetteki “hududu aşmayın” ifadesi, “helal de olsa nimetlerden yararlanırken makul ve meşru sınırın ötesine geçmeyin, israftan kaçının” anlamında da yorumlanmıştır. Ayrıca Allah Teâlâ ”Yiyin, için ama israf etmeyin” buyurmuştur.[4] Başka bir âyet-i kerimede ise, “Muhakkak israf edenler şeytanların kardeşleridir[5] buyurmak suretiyle israfın ve müsrifliğin çirkinliğini, haddi aşmanın tehlikesini açıklamıştır.

Unutulmamalıdır ki, haram olduğu kesin olan bir söz veya işin haram olduğunu inkar edip onu söylemek veya işlemek nasıl küfür ise, helal olduğu aşikâr olan bir şeyin helal olduğunu kabul etmeyip ondan uzak durmak da aynı şekilde küfürdür.

2. Haramı haram bilip ondan kaçınmak. Allah Teâlâ’nın “yapmayın” buyurduğu, din-i mübin-i İslam’da işlenmesi açık ve kesin delil ile yasaklanmış olan şeylere haram, bunların yapılmasına da haram işlemek denir. Haramlar, li aynihi ve li ğayrihi diye iki kısma ayrılır. Zina, hırsızlık ve adam öldürmek gibi kendisinde bulunan mefsedet/kötülük sebebiyle baştan haram kılınan fiiller li aynihi haramdır.  Bayram günü oruç tutmak, Cuma Namazı vaktinde alış-veriş yapmak gibi esasen haram olmadığı halde başka bir sebeple haram kılınmış fiillere de li ğayrihi haram denir.

Haram bir fiil/eylem iki şekilde işlenir:

a. Haram olduğu inkar edilerek işlenir; bu insanı küfre götürür. Bir ayet-i kerimede “Allah’ın haram kıldığı şeyi helal sayanlara kötü amelleri ziynetli görünür” buyurulur.[6] “Bu çağda böyle haram mı olurmuş” gibi câhilce ve inkar içerikli söylemlerle iman bir arada bulunamaz.

b. Haram olduğu kabul (ikrar) edilerek işlenir. Bu davranış insanı dinden çıkarıp küfre düşürmez. Çünkü inkar başkadır, ihmal başkadır. Asıl tehlikeli inkardadır. Nefsine hakim olamayıp bir haram işleyen kimse, günah kazanmış olmakla beraber hiç değilse haram olduğunu itiraf etmek suretiyle imanını korumuş olur.

Genel kural şudur: Şirk hariç, büyük bir günahı işlemek, onun günah olduğunu inkar etmedikçe, kişiyi dinden çıkarmaz, yaptığı ve yapacağı amelleri de geçersiz kılmaz.

Şuna işaret edelim ki, ister li aynihi, ister li ğayrihi olsun bir haramı iyi niyetle işlemek aslâ o haramı helal kılmaz. Yine herhangi bir haramı besmele çekerek işlemek de onu helal kılmaz. Haram işleyeceği zaman kasıtlı olarak besmele çekmek kişinin küfre girmesine sebep olur.

3. Şüphelilerden uzak durmak. Hadis-i şeriflerde bildirildiği gibi helal ile haram arasında hükmü çoğu kişi tarafından kestirilemeyen şüpheli şeyler bulunmaktadır. Böylesi konular karşısında yapılacak şey, durum açıklık kazanıncaya, yani mesele helal mi haram mı belli oluncaya kadar tavakkuf edip beklemektir. Tevakkuf ale’ş-şubuhât diye bilinen bu tavır, kişiyi harama düşmekten, dolayısıyla dinini kaybetmekten, ırz ve namusunu da dedi-konu konusu yapmaktan korur. İşin kuralı, “Sana şüphe vereni bırak, şüphe vermeyene bak!”[7] hadis-i şerifi ile belirlenmiş bulunmaktadır.

4. Azaba uğramaktan korkmak. Allah Teâlâ: ”Allah’ın mekrinden ancak dünyaya tapıp ahireti unutunlar emin olur” buyuruyor.[8] Şu halde müminler iman selâmeti için daima azab-ı ilâhiyi hatırlayıp ondan emin olmayacaklar ve “bana azab dokunmaz” ya da “ben azaptan kurtulamazsam kim kurtulabilir” gibi bir yanılgıya kapılmayacaklardır.

5. Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek. Allah Teâlâ,”Nefislerine zülmetmiş kullarıma, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin de. Muhakkak Allah Teâlâ bütün günahları mağfiret eder. Zira Allah gafûr ve rahimdir” buyurur.[9] Yalnız bu âyet-i kerimenin son kısmı; “Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bundan başka günahları dilediği kimseden affeder” âyetiyle nesh edilmiştir.[10] Hadis-i şeriflerde belirtildiğine göre, kim din kardeşine maddi-manevi bir haksızlık yapmışsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı Kıyamet günü gelmeden önce onunla helalleşmelidir.[11] Zira Allah yolunda şehit olmak bile kul hakkına keffâret olmaz.[12] Bu demektir ki Allah Teâlâ, dilediği kullarının şirk ve kul hakkından başka günahlarını affeder.

İmam Gazzali, azaptan korkmak ve İlâhi rahmetten ümit kesmemek (havf ve reca) konusunda en üst dereceden bir değerlendirmeyi Hz. Ömer’in şu sözüyle yaptığını kaydeder: “Dense ki, bir kişiden başka herkes Cehenneme girecek, o bir kişinin ben olmamı ümit ederim. Eğer dense ki, bir kişiden başka herkes Cennete girecek. o bir kişinin ben olmamdan korkarım.”[13]

Demek ki Müslüman, hayatını dipsiz bir korku ve sonsuz bir ümit içinde yaşayıp bitirmelidir. Nitekim yaşarken korku, ölürken ümit yüksek olmalıdır denilir. Esasen hayatını korku ile geçirenin âhirete yönelik ümidi büyük olur. Peygamber Efendimiz, geçmiş gelecek bütün hataları bağışlanmış olduğu ve son nefeste imansızlık tehlikesi bulunmadığı halde Allah Teâlâ’ya imanını koruması için hep dua eder, yalvarırdı. Ümmü Seleme annemiz şöyle buyurur; “Hz. Peygamber benim yanımda bulunduğu zaman çoğunlukla  şöyle dua ederdi: “Ey kalpleri değiştiren rabbim, kalbimi dinin üzere sâbit kıl”.[14]

O halde sû-i hâtime‘den Allah’a sığınıp içtenlikle hüsn-i hâtime dileğinde bulunmak, beyne’l-havf ve’r-recâ yaşamak ilkesinin hem gereği hem de göstergesidir.

Netice

Buraya kadar yegâne sermayemiz olan imanımızdan fayda görebilmemiz için ona sahip çıkmanın, onu korumanın belli başlı  şartlarının bir kısmını  ve Peygamber Efendimizden öğrendiğimiz sıkça yapılması uygun olan bir duayı nakletmiş olduk. Bundan sonrası, iman mutluluğum, korumak sorumluluğum bilinciyle yaşayan mü’minlere kalmıştır.

Neticeyi Âkif merhumun bir beyti ile bağlayalım:

İmandır o cevher ki ya Rab ne büyüktür
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.

Allah Teâlâ, yaşarken ve son nefesimizi sahibine teslim ederken imanımızı cümlemize yoldaş eylesin.

♦ Altınoluk Dergisi, Şubat 2019 sayısı, s. 43-44


Bundan önceki bölümler:

İman mutluluğumuz, korumak sorumluluğumuz – 2

İman mutluluğumuz, korumak sorumluluğumuz – 1

[1] el-Mâide (5), 87

[2] Bilgi için bk. Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, VI, 260-261

[3] Buhari, Nikah 1; Müslim, Nikah 5; Nesâî, Nikah 4; Dârimî, Nikah 3

[4] el-A’raf (7), 31

[5] el-İsra (17), 27

[6] et-Tevbe (9), 37

[7] Tirmizi, Kıyâmet 60; Buhari, Buyu’ 3; Nesâi, Kadâ 11

[8] el-A’raf (7), 99

[9] ez-Zümer (39), 53

[10] en-Nisa (4), 48, 116

[11] Buhâri, Mezâlim 10, Rikak 48

[12] Bk. Müslim, İmâre 117, 119-120

[13] Bk. A. Serdaroğlu, İhyâu ulumi’d-din Tercümesi, VII, 504, İstanbul, 2016. (Erkam yayınları)

[14] Tirmizî, Kader 7; İbn  Mâce, Mukaddime 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 4, 8