KENAN DEMİRTAŞ
– V –
Muhammed Gazalî, Kur’ân’ın kadına verdiği hakların çağımızda kâğıt üzerinde kaldığını belirtiyor ve şu anda kadının gerek aile içinde ve gerekse toplumdaki durumunu bir keşmekeş olarak niteliyor:
“Son asırlarda kadının konumu kötüleşti. Kendisine cehalet ve toplumdan tecrit zorunlu görüldü. Ben bu gelişmelerden Kur’ânî hükümlerin tamamen ihlâl edildiğini anlıyorum; zira Kur’ân’ın bütün hükümleri kadının yararına yöneliktir. Örneğin, kadın artık çok nadir olarak mirastan pay galabiliyor. Evliliği konusunda çoğu zaman görüşleri sorulmuyor. Her yüz boşanmadan belki birinde hakkıyla nafakası veriliyor. Mehirlerine riayet edilmiyor. Canı istediği için erkeğin eşini dövmesi normal bir durum sayılıyor. Yani, karı-koca arasında bir problem olduğunda Nisâ sûresinin 35. âyeti gereğince hakem heyetinin kurulması gerekiyor. Ancak kadın böyle bir barış heyeti kurulamayacak kadar değersiz kabul ediliyor ve bu âyet kâğıt üzerinde kalıyor. . . . Asıl dehşet verici olan ise, İslâmı müdafaa eden veya onun adına konuşan kimselerin, tevârüs eden bu keşmekeşi savunmaya kalkışmalarıdır. Çünkü onlar – dar anlayışlı olmaları sebebiyle – İslâmın kendisinin bir keşmekeş olduğunu zannetmektedirler. Delilik ve cehaletin bini bir para!”[1]
Kadının İslâm toplumundaki yerini ayrıntılı bir şekilde incelediği eserinde, çağdaş İslâm âlimi Muhammed Gazalî, İslâmın ilk dönemine göre kadının bu konuda çok gerilemiş olduğunu tesbit ederken, bir yandan da, başka toplumlarda kadının çok daha etkin olduğunu gözlemliyor:
“Kavmine önderlik yapıp, sakallı ve bıyıklı Arap siyaset adamını Altı Gün Savaşı ve diğer savaşlarda zelil eden o Yahudi kadınının;
“Kuzey Afrika ve diğer bölgelerde cesaret ve hamasetle Hıristiyanlaştırma faaliyetinde bulunan evli ve bekâr kadınların ve rahibelerin;
“Filistin mülteci kamplarında arkadaşlarımızın başlarında kalarak, ölü hayvan ve insan etleri yemeye tahammül eden o kadın doktorun;
“Ve Müslüman olmayan daha birçok kadınların dinleri ve toplumları için sarf ettikleri gayretler bana İslâmın zafer yıllarında Selef kadınlarının yaptığı o büyük cihadı hatırlattı.
“Onlar dine sarılmanın beraberinde getirdiği meşakkatlere cesaretle göğüs gerdiler, hicret farz kılındığı zaman da hicret ettiler. Senelerce Hz. Peygamberin mescidine sabah akşam coşkuyla giderek namazlarını kıldılar. Sıra savaşa gelince de savaştılar; ordunun ihtiyaç duyduğu önemli işlerde ve tedavi hizmetlerinde bulundular. . .”[2]
KADIN VE YÖNETİCİLİK
Kadının toplum hayatında bir yeri olabileceğine bir ölçüde inananlardan bile birçoğunun kabul etmekte zorlandıkları konu, kadının yöneticiliği. Muhammed Gazalî, bu konudaki yanlış anlayışların da yine âyet ve hadislerin eksik ve dar bir bakış açısıyla ele alınmasından kaynaklandığını söylüyor:
“Birtakım işler de var ki İslâm bunları ne emretmiş, ne de yasaklamıştır. Bunlar menfi ve müsbet mânâda tasarruf hürriyetimizin olması için Allah’ın mübah kıldığı şeylerdir. Hiç kimse bu hususlarda görüşünü din olarak ileri süremez. O sadece bir görüştür, o kadar.
“Belki de bu gerçek İbn Hazm’ın ‘İslâm hilâfet-i uzmâ (halifelik) dışında kadının her türlü görevi üstlenmesinde bir mahzur görmemiştir’ sözünde ifadesini bulmaktadır.
“İbn Hazm’ın bu sözüne, Kur’ân’ın ‘Allah’ın bazısını diğerlerine üstün kılması ve mallarından infak etmeleri sebebiyle erkekler kadınlar üzerinde gözeticidirler’[3] âyetine muhalif olduğu için karşı çıkanların olduğunu duydum. Âyet – İbn Hazm’ın görüşüne karşı çıkanların anlayışına göre – kadının herhangi bir işte erkek üzerine yönetici ve başkan olmasının caiz olmadığını ifade ediyormuş! Bu kabul edilemeyecek bir karşı çıkıştır. Çünkü âyetin devamını okuyan kimse, erkeğin idareciliğinin evinde ve ailesinde geçerli olduğunu anlar.
“Hz. Ömer Medine çarşısının hisbe (zaptiye) görevini Şifa adlı kadına verdiğinde, onun yetkileri çarşıdaki erkeklere de, kadınlara da şamildi. O kadın helâle helâl, harama da haram diyerek adaleti ikame eder, anlaşmazlıkları engellerdi. Bir erkeğin hastanede çalışan doktor bir hanımı olsa, ona bu ilmî görevinde müdahale edemez, hastanedeki görevi üzerinde de bir baskısı olamaz.”[4]
Kadının yöneticiliğine karşı ileri sürülen görüşlerin dayandığı en önemli delil olarak, “İşlerini kadınlara bırakan milletler mahvolur” hadisi zikrediliyor. Muhammed Gazalî, bu hadisin senet ve metin açısından sahih olduğunu kaydettikten sonra, anlamı üzerinde şu yorumu yapıyor:
“İran (Pers) devleti İslâmın fethine maruz kaldığında, zorba ve aşağılık bir krallıkla idare edilmekteydi. Dini ise putperestlikti. Krallık ailesi şûrâyı tanımıyor, karşı görüşlere değer vermiyordu. Fertler arasındaki ilişkiler son derece kötüydü. Kişi emelleri uğruna babasını ve kardeşini öldürebiliyordu. Toplum ise sinmiş, herşeye itaat eder olmuştu. . . . İran ordusu yenildi. Devletin sınırları daralmaya başladı. Bu, yenilgileri durduracak dirayetli bir komutanın idarenin başına gelmesine kadar devam etti. Fakat siyasî putçuluk, milleti ve devleti hiçbir şeyden anlamayan genç bir kadına miras bıraktı. Bu ise devletin çökmekte olduğunun bir işaretiyde. Hz. Peygamberin bu konulara ilişkin sözü çok doğrudur ve oldukça açıklayıcıdır.
“Şayet İran’da iş şûrâ ile olsaydı, İran’a yönetici olan kadın İsrail’e hükmeden ve yönetimi sırasında askerî işleri düzgün yürüyen Golda Meir’e benzeseydi, belki de bu takdirde karışık duruma bir hal çaresi bulunabilirdi.”[5]
[Devamı var]
***
Bundan önceki bölüm:
***
[1] Muhammed Gazalî, Fakihlere ve Muhaddislere Göre Nebevî Sünnet, s. 73-74.
[2] A.g.e., s. 72-73.
[3] Nisâ sûresi, 4:34.
[4] Muhammed Gazalî, Fakihlere ve Muhaddislere Göre Nebevî Sünnet, s. 75-76.
[5] A.g.e., s. 76-77.