
Nokta kadar bir çekirdekti toprağa düşen.
Candan eser yoktu üzerinde.
Gören bile olmadı toprağa düştüğünü.
Bir noktacık, yerin derinliklerinde gizlendi, o kadar.
Kimse bilmedi, bilemezdi ayaklarının altında gizleneni.
***
Topraktan da beklenecek fazla birşey yoktu.
Kuru ve kumlu bir topraktı, o kadar.
Kızgın yaz güneşine karşı savunmasızdı.
Kurudu, kavruldu.
Arada bir yağmur yağdıysa da izi pek çabuk kayboluverdi.
O kızgın ve kavrulmuş haliyle, aylarca bağrında sakladı nokta kadar çekirdeği.
***
Derken, günün birinde tohumcuk uyanıverdi.
Nasıl oldu, gören yok.
Ne zaman uyandı, bilen yok.
Can geldi tohuma görünmez âlemlerden.
Ve bir filiz başını uzattı—incecik, narin.
Sonrası daha da inanılmazdı.
***
Cansız girdi tohum yerin altına, ondan canlı çıktı.
Oysa gizlendiği yerde hayattan eser yoktu.
Üstüne sızan yağmur tanesi de kendisi gibi cansızdı.
Nereden geldi hayat, nasıl tohuma girdi?
Ne gören var, ne bilen.
Görülen, sadece, bir toz zerresinin canlanıp başını yerden uzatışıydı, o kadar.
***
Sonra büyüdü, serpildi küçücük filiz.
Dallara ayrıldı.
Görünmez hatlar çizildi havada.
Herbir dal, o hatları izledi.
Hedefe ulaşınca durdu.
Derken, dallardan yeni dallar türedi.
Onlar da kendilerine gösterilen hedefe ulaştılar sessizce.
Bahar eriştiğinde, herbir dal, düzinelerce elini semâya açmıştı.
***
Rüzgâr okşadı duadaki elleri.
Gökyüzü öpücükler kondurdu.
Güneş tâ uzaklardan gülücükler gönderdi.
Isındı, ıslandı, döndü, sallandı yapraklar aylar boyunca.
Bu arada görünmez tezgâhlar çalıştı yapraklarda, dallarda, köklerde, gövdelerde.
Gece gündüz çalıştılar da kimse sesini işitmedi.
Sonunda, eser göründü yalnızca.
— Ümit Şimşek