28 Şubat döneminin karanlıklarından kurtulmaya çalıştığımız bir dönemde uygulanmaya başlayan Kutlu Doğum Haftası, özellikle gençler arasında bir Peygamber muhabbeti dalgalanmasına vesile olmuştu. Bugün bir taraftan Peygamberine rol biçmeye kalkışanları, diğer taraftan da Müslüman dolandırıcılığında uzmanlaşanları bir araya getiren Kutlu Doğum Haftası muhalefeti, o günleri bize tekrar hatırlattı. Aşağıda, Kutlu Doğum Haftasının uygulanmaya başladığı ilk yıllarda yayınlanan bir yazımızı bulacaksınız.
Kaynak: http://www.yazarumit.com/
ÜMİT
ŞİMŞEK
Kutlu
Doğum Haftası, özellikle öğrencilere yönelik etkinlikleriyle, güzel bir gelenek
oluşturdu. Bu etkinliklerin meydana getirdiği atmosfer ve ortaya çıkardığı
cevherler sayesinde, nice zamandır milletin üzerinde biriken pasların
silinmekte olduğuna ve Peygamber aşkının taze bir doğuşla canlandığına şahit
oluyoruz.
Bu etkinlikleri bir diriliş, bir silkinme olarak görmekte
mübalâğa yoktur; zira toplumumuz yakın zamana kadar Peygamber sevgisi konusunda
bir hayli ürkütülmüştü. Allah’ın mülkünün nice sebep, yasa, kişi ve kurumlar
arasında paylaştırılmasını umursamayan bir kısım insanlar, bir ara, nasıl
olduysa, Peygamber ile ümmeti arasındaki gönül bağından şirk kokuları almaya
başladılar. Oysa, vehmettikleri şeyin vukuuna dair hiçbir örnek ortada yoktu:
ne bugün, ne dün, ne bu ülkede, ne İslâm âleminde. Eğer olsaydı, hemen her
alandaki aşırılıklardan doğan onca bâtıl mezhep arasında, aşırı Peygamber
sevgisinin yol açtığı bâtıl mezheplerden de bugün söz ediyor olmamız gerekirdi.
Bugün böyle bir mezhep veya cereyanı, yahut bu ümmet içinde Peygamber aşkıyla
yolunu şaşırmış bir ferdi kimse gösteremiyor. Ama, Peygamber sevgisinden
boşalan yeri egolarıyla doldurmaya teşebbüs edenlerin zaman içinde nerelere
rampaladıklarını net bir şekilde görebiliyoruz.
Peygamber ile ümmeti arasındaki ilişkiye dair pek çok âyet
arasında, özellikle Tevbe Sûresinin sonundaki tanım dikkat çekicidir. Ümmetin
tümünü muhatap alan bu âyette Peygamber “size çok düşkün, mü’minlere çok
şefkatli, çok merhametli” olarak
nitelenmiş ve “Sizin
sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir” buyurulmuştur. Bu, kalbinde iman
taşıyan herkesi kucaklayan bir hitaptır. Onun için, bu ümmetin içinden herhangi
bir ferdin, nerede ve ne zaman yaşarsa yaşasın, kendi sıkıntısıyla üzülecek bir
Peygambere mensup olduğunu bilmeye hakkı vardır. Bu gerçeğin en önemli delili
ve vesilesi ise salâvattır.
Salâvat
demek, herhangi bir anda, herhangi bir yerde, kişinin gönlünden koptuğu gibi,
doğrudan doğruya Peygambere gönderilen ve gönderildiği gibi yerini bulan bir
selâm, bir armağan demektir. Bu armağan, kimden geldiği açıkça belli olacak
şekilde, Peygambere sunulur.[1] Kendisine salât ve selâm eden bir
mü’min, Peygamberin nazarında, milyarlarca kişiden rasgele biri değil, bilinen
ve sevilen bir dosttur. Bu dostluk, bütün bir ömür boyunca, hergün, tekrar
tekrar vurgulanır. Her salât ve selâmla, ümmetinin her bir ferdi, kalbindekini
ona bir daha sunar, kendisini ona bir daha hatırlatır. Artık bu gelip geçici
bir dostluk değildir, tek taraflı bir muhabbet değildir. İnanan kimse için dua
Rabbiyle arasında bir sohbet anlamını taşıdığı gibi, salâvat da Peygamberiyle
bir muhabbet alışverişi demek olur. Zaten salâvat da bir rahmet duasıdır ve
duanın ayrılmaz bir parçasıdır. “Duâmın
tamamını salâvata ayırsam?” diye
soran bir Sahâbîye, Peygamberimiz, “O
zaman Allah senin bütün sıkıntılarını giderir, günahlarını da bağışlar” buyurmuştur.[2]
Kutlu Doğum Haftası, ümmetinden Peygambere gönderilen armağanların kaynayıp coştuğu bir zamanı temsil ediyor. Hele bu armağanlar arasında, gencecik kalemlerden çıkan ve Peygambere hitaben yazılan öyle içten, öyle nitelikli yazılar var ki, zamanımızın yazarlarından birçoğuna mecburî ders olarak okutulsa yeridir diye düşünmekten insan kendisini alamıyor.
Kutlu Doğum Haftası, ümmetinden Peygambere gönderilen armağanların kaynayıp coştuğu bir zamanı temsil ediyor. Hele bu armağanlar arasında, gencecik kalemlerden çıkan ve Peygambere hitaben yazılan öyle içten, öyle nitelikli yazılar var ki, zamanımızın yazarlarından birçoğuna mecburî ders olarak okutulsa yeridir diye düşünmekten insan kendisini alamıyor.
Peygamber muhabbetinde, dinimiz için olduğu kadar, dilimiz için
de bir diriliş müjdesi var.