Üstad'ın bir rüyası daha gerçekleşti

Bediüzzaman Said Nursî'nin en büyük gayelerinden biri daha gerçekleşiyor.

Risale-i Nur Külliyatından üç eser daha Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasında neşredildi.

Daha önce yayınlanan İşârâtü’l-İ’câz’dan sonra, bu defa Mesnevî-i Nuriye ile İhlâs ve Uhuvvet Risaleleri de Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasına girdi.

Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî, eserlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından neşredilmesi için teşebbüste bulunmuş ve mektuplar yazmış, Başkanlığın Risale-i Nur’ları himayesi altına almasını istemişti. Bu amaçla yazdığı Emirdağ mektuplarından birinde de “Nurları himaye etmek Diyanet dairesinin hakikî bir vazifesidir” ifadesini kullanmıştı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Başkanlık yayınları arasında neşredilen Risale-i Nur’lara yazdığı takdim yazısında, Bediüzzaman’ı “milletimizin yetiştirdiği büyük âlim ve mütefekkir” olarak niteledi ve onun, Kur’ân ayetlerini etkileyici bir dil ve üslûb ile çağımızın idrâkine sunduğunu söyledi.

Görmez, takdim yazısında, Bediüzzaman’ın vasiyetine ve mutlak vekil olarak tayin ettiği talebelerinin tensiplerine uygun olarak Risale-i Nur’ların Diyanet İşleri Başkanlığı himayesine verilmesi ve aslına uygun şekilde yayınlanmasının sağlanması amacıyla getirilen hukukî düzenlemelerin içyüzünü ve cereyan ediş şeklini de anlattı. Bilindiği gibi, görülmekte olan dâvâlarda FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) adıyla anılan örgüt ile onun kuyruğuna takılarak varlığını devam ettirmeye çalışan küçük bir grubun çıkardığı yaygara ile, bu yasal düzenlemeler “Risale-i Nur’un devlet tekeline alınması ve yasaklanması” gibi yaftalarla karalanmaya çalışılmıştı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Görmez’in takdim yazısı aynen şöyle:

 

Bismillahirrahmanirrahim.

Bediüzzaman Said Nursi milletimizin yetiştirdiği büyük âlim ve mütefekkirlerdendir. O hayatını bu çağın insanlarına iman hakikatlerini anlatmaya adamıştır. Bediüzzaman’ın en büyük arzusu ve hayali, yüz yılın başında 60-70 cilt olarak tasarladığı büyük bir Kur’ân tefsiri kaleme almaktır. Tefsirin mukaddimesi olarak da Muhâkemât adlı eserini kaleme almıştır. Birinci Dünya Savaşında bu tefsirin birinci cildi olan İşârâtü’l-İ’câz’ı cephede yazmıştır. Ancak 1915-1918 yılları arasında, Bolşevik ihtilalinin hemen öncesinde uzun bir zaman Rusya’da esîr kalmış ve bu esâreti sırasında pozitivizm, materyalizm ve komünizm gibi cereyânların Müslümanlar ile Hristiyanların inanç dünyâları üzerinde meydana getirdiği sarsılmaları bizzat müşahede ettiğinden bu fikrinden vazgeçmiştir. Bunun yerine Kur’an-ı Kerim’den hareketle özellikle bu günün inanç problemlerini kaleme almayı tercih etmiştir.

O eserlerinde îmân hakikatleri, ahlâk-ı İslâmiye, ibadetlerin hikmetleri, İslâm birliği, İslâm’ın mebde’ ve meâd anlayışı, insânın varoluş gayesi, mevcûdâtın yaratılış hikmetleri, esmâ-i hüsnânın mevcûdâttaki tecellîleri, mikro kozmos olan insân ile makro kozmos olan kâinat arasındaki râbıtalar, imân hakikatlerinin günümüz gençliğine anlatılması, ihlâs, uhuvvet, iktisâd, kanaat, şükür, gençlik, hastalık ve ihtiyarlık gibi temel konular üzerinde durarak Kur’ân ayetlerini etkileyici bir dil ve üslûb ile çağımızın idrâkine sunmayı tercih etmiştir.

Ancak onun kaleme aldığı bu eserler, te’lîfleriyle eş zamanlı olarak takibâta uğramış, kendisi ve talebeleri defâatle sürgünlere, mahkemelere ve hapislere ma’rûz bırakılmıştır. 2 7 Mayıs ihtilâline kadar onlarca, 1980`li yılların sonlanna kadar da yüzlerce kere mahkemede  eserler yargılanmış ve bu yargılamaların tamamı beraatia neticelenmiştir. Söz konusu mahkeme her defasında Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ve Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan bilirkişi raporu istemistir. Din İşleri Yüksek Kurulu da her defasında bu eserlerin Kur`an-ı Kerim`in bir tefsiri mahiyetinde imân hakikatlerini ele alan eserler olduğunu, herhangi bir menfi düşüncenin bu eserlerde yer almadığını açıkça belirtmiştir. Buna rağmen Bediüzzaman ve eserleri üzerinde ortaya konan menfi mülâhazalar sonraki dönemlerde de uzun süre devam etmiştir. Kendisi maruz kaldığı tüm bu sıkıntı ve tazyiklere rağmen eserlerini  yazmayı ve neşretmeyi hayâti bir vazife addetmiştir.

1947 yılında Diyanet İşleri Başkanı Merhum Ahmed Hamdi Akseki, Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye yıllarından beri tanıyıp dostu olduğu ve devrin ulemâsı arasındaki yüksek mevkiini takdir ettiği Bediüzamandan ısrarla bir takım Risâle-i Nûr Külliyatı istemiştir. Ancak o günlerde Külliyât’ın elyazması ve bazı nüshalannın teksir olması münasebetiyle tashih gerektiği ve 1948-1950 yılları arasında Bediüzzaman’ın Afyonda hapiste bulunmasından dolayı ancak 1950 yılında bir takımı Din İşleri Yüksek Kurulu’na verilmek üzere, iki takım hâlinde gönderebilmiştir. Merhûm Ahmed Hamdi Akseki eserlerin bir kısmını neşretmeyi arzulamasına rağmen buna ömrü yetmemiştir.

1960 ihtilâlinden sonra Bediüzzaman ve eserleri ile ilgili mahkemelerin ve ta’kibâtın şiddeti daha da artmıştır. Bütün bu süreçlerde mahkemeler Risale-i Nûrlar hakkında Diyanet İşleri Başkanlığından ve Din İşleri Yüksek Kurulundan mütâlaalar istemeye devam etmiştir. Bu mahkemelerin isteklerinin tamamında Din İşleri Yüksek Kurulu müsbet mütalaa vermiştir. Nitekim Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 13.05.1955 tarihli mütâlaası şöyledir:

İlişik eserler teker teker gözden geçirildikte: Münderecatları itibariyle Kur’ân-ı Kerimden alınmış duâları ve âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin şerhlerini ve âyât-ı celîlede mündemic olan hakaik-i diniyenin izahlarını ve ibadetin esrar ve hikmetleriyle faziletlerini ve Ramazan orucunun fazilet ve hikmetlerini ve Cenab-ı Hakka yaptığı münacatı ve kendisinin Tarihçe-i Hayatını ve Müslümanlığa ait vâki sorulara fennî ve felsefî ve iknâî cevabları muhtevî olduğu; ve 1326 senesinde Cami-i Emevî’de irâd eylediği Hutbe-i Şâmiye’de, İslâmlara lâzım olan ittihad ve şecaat ve hamasetten ve dine hizmetin ve iman kuvvetinin maddî ve manevî faidelerinden bâhis bulunduğu anlaşılmış; ve muhtevâsında dinî ve idarî mahzurlu bir ifadeye tesadüf edilmemiş olduğunun bildirilmesi uygun olacağı mütâlaasiyle Yüksek Reisliğe arzına karar verildi.”

Diyanet İşleri Başkanlığı, tarihinin en zor dönemlerinden birini 1960-1966 yılları arasında geçirmiştir. Bu dönemde 6 Başkan değiştirmiş ve Din İşleri Yüksek Kurulu bu eserler hakkında menfi raporlar vermeye zorlanmıştır. Dinî ve ahlâkî temelde bu talebler reddedilerek eserler hakkında herhangi bir menfî rapor verilmemiştir.

Binaenaleyh Diyanet İşleri Başkanlığımız Türkiye’den ve dünyâdan pek çok âlim ve mütefekkirin eserlerini yayınladığı hâlde Bediüzzaman Said Nursî’nin herhangi bir eserini son dönemlere kadar yayınlamamıştır. İlk defa 20 Ocak 2014’de Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an-ı Kerim’in tefsirinin ilk cildi olarak yazılan İşârâtû’l-İ’câz’ı orijinal metni ve tercümesi ile birlikte neşretmiştir. Eserin yayınlanması milletimizin her kesiminden büyük bir teveccühle karşılanmıştır.

2014 yılının Kasım ayının sonlarına kadar uzun bir süre bazı hukuki gerekçelerle bu eserlere bandrol verilememesi sebebiyle eserler yayınlanamaz hâle gelmiş, 26.11.2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Devlet bu eserleri koruma altına almıştır. Bakanlar Kurulu’nun 2014/7007 sayılı kararı ile de eserleri yayınlama hakkı ve eserleri neşredecek yayınevlerine eserlerin aslına uygun metnini verme görev ve yetkisi Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Esasen Bakanlar Kurulu Kararı hazırlanırken öncelikle eserlerin neşir yetkisinin yalnızca Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesine verilmesi gündeme gelmiş ancak Diyanet İşleri Başkanlığı bu eserlerin neşrinin tamamen kendi tekelinde olmasının uygun olmayacağı yönünde kanâat belirterek eserleri aslına uygun şekilde yayınlamak isteyen tüm yayınevlerine yayın iznini verecek şekilde bu Kararın düzenlenmesini sağlamıştır. Böylece eserlerin sadece Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vain Yayınları arasında değil ayrıca aslına uygun olarak yayınlama şartını kabul eden tüm yayınevleri tarafından yayınlanmasının yolu açılmıştır. Bu çerçevede şimdiye kadar müracaat eden yirmi kadar yayınevi bu izni almıştır ve müracaat edecek diğer yayınevlerine de gerekli izin verilecektir.

Gerek bu eserleri okurken gerekse de Kur’ân-ı Kerim dışındaki bütün kitâbları okurken Bediüzzaman Said Nursilnin su ihtârı dâima göz önünde bulundurmalıdır. “Aziz kardeşlerim! Üstadınız lâyuhtî değil. Onu hatâsız zannetmele hatadır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla hazineyi kıymetten düşürtmez.” “Bâki bir hakikat, fani şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikate zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye ma’ruz ve mübtelâ şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır” demek sûretiyle âciz, fânî, hatâlı gördüğü kendi şahsiyetinden ziyade nazarlan yazdığı eserlerine tevcîh etmiştir.

İlk dönem büyük âlimlerinden İmâm-ı Şafii ve İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin de kendi düşünceleri için söylediklerini Bediüzzaman da kendi eserleri için şu şekilde ifade etmektedir:

“Siz mihenge vurmadan almayınız. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsnüzan edip tamamını kabul etmeyiniz. … Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.” Şübhesiz burada Üstâdın sözünü ettiği mihenk Allah’ın kelâmı ve sünnetten başkası değildir.

Her biri kıymeti hâiz olan ve kültür mîrâsımızın güzide örneklerinden sayılan Bediüzzaman Said Nursî’nin bu eserlerinin okuyucu ile buluşturulması, bilgi, fikir ve kültür hayatımıza önemli katkılar sunacaktır. Bu vesileyle eserlerin yayına hazırlanması süreçlerinde emeği geçen herkese teşekkür ederiz.

Diyanet İşleri Başkanı

Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ