Huzeyfe
b. el-Yeman: Resulullahtan herkes hayrı sorarken ben şerri sordum. Çünkü hayrı
tanıyordum.
"Ya
Resulallah, bu hayırdan sonra şer olacak mı?" diye sordum.
"Ya
Huzeyfe, Allah'ın kitabını öğren ve onda olanlara tâbi ol" buyurdu ve bunu
üç kere tekrarladı.
Müsned,
5:386 (23671/23282); Ebu Davud, Fiten: 1 (4246)
Bu hadis-i şerifte
dikkati çeken önemli bir nokta vardır:
Sahabî Huzeyfe
(r.a.), gelecekte ümmetin başına gelebilecek kötülükleri Resulullahtan (s.a.v.)
sormuş, fakat Resulullah kötülüklerden söz etmeksizin, doğrudan doğruya
Kur’ân’ı göstermiş ve bunu da üç defa tekrar ederek vurgulamıştır:
“Allah’ın kitabını
öğren ve onda olanlara tâbi ol.”
Mesaj gayet
açıktır:
İnsanın başına bu
dünyada hayır da gelir, şer de gelir. İnsan toplulukları iyilikle imtihan
olundukları gibi kötülükle de sınanırlar. Hattâ bazan öyle sınanırlar ki,
neredeyse ayağı kaymayan kimse kalmaz, insanlar kime inanıp kimden
sakınacaklarını bilemez hale gelirler, hayrın ve şerrin nerede aranacağı
kestirilemez olur. Bütün bunlar her devirde ayrı kılıklar altında çıktığı için,
tanınmaları da, onlara karşı takınılacak tavrı belirlemek de zorlaştıkça
zorlaşır.
Fakat Resulullahın
cevabı gayet açıktır, nettir ve kesindir:
Allah’ın
kitabını öğren.
Onda olanlara
tâbi ol.
İşte bu, ancak
Kur’ân’a yakışır bir cevaptır. Çünkü bütün zamanların bütün fitnelerine karşı
başvurulacak kaynak ancak Allah’ın Kitabıdır.
Fakat insanların
problemlerini kitap kendi kendine çözmez. O yol göstericidir; gösterdiği yolu
izlemek ise insanların üzerine düşen bir görevdir. Bu da bilgiye ihtiyaç gösterir.
Onun için Resulullahın ilk emri, “Allahın kitabını öğren” olmuştur. İşte bu
emri, bir mü’min olarak, her birimizin, bizzat kendimize verilmiş bir emir
olarak telâkki etmemiz gerekir. Yoksa, içimizden bazıları bize vekâleten
Allah’ın kitabını okuyacak ve oradan aldığı bilgiye dayanarak bize ne
yapacağımızı anlatacak değildir. Bu noktayı hiçbir zaman gözden uzak tutmamalı
ve Allah’ın Kitabına karşı sorumluluğumuzu her birimiz kendi hesabımıza yerine
getirmeliyiz. Bu da, hayatımızda Kur’ân’a özel bir yer ayırmamızı ve onun emir
ve yasaklarını, hikmet dolu öğütlerini iyice öğrenip benliğimize sindirmemizi
gerektirir. Bu, sorumluluğumuzun ilim kısmıdır.
Resulullah, aynı
cümle içinde verdiği ikinci öğütte ise, bu ilme tâbi olunmasını emretmiştir.
Yani, okuduğumuz Kur’an’da bize gösterilen davranış ne ise, onu uygulamalı,
kaçınılacak şeyden kaçınmalı, yapılacak işi yapmalıyız. Bu, bizden beklenen
davranış biçimi olduğu gibi, her türlü problemin altından kalkmamızı sağlayacak
bir hayat formülüdür.
Aslında bunu bir
sorumluluk ve bir mecburiyetten önce, bir şeref olarak telâkki etmek doğru
olur. Çünkü o bize Allah’ın hitabıdır. Âlemlerin Rabbinden her birimize bir
hitaptır. Bizi Kendisine muhatap alan Allah’ın kitabına dört elle sarılmak, Ona
muhatap olmak ve Onunla konuşmak demektir. İnsanlığının değerini bilen aklı
başında kimseler böyle bir şereften yüz çevirmezler ve her gün o yüce hitaba
bizzat muhatap olmak için can atarlar.
Resulullah, bir
başka hadisinde de yine fitnelerden çıkış adresi olarak Kur’ân-ı Kerimi
göstermiş, üstelik bu kadarla kalmayarak onda neler bulacağımızı, daha doğrusu
onda neleri aramamız gerektiğini de bu bu tarifinde bize ayrıntılı bir şekilde
öğretmişti. Hz. Ali anlatıyor:
Resulullah’ı
(s.a.v.) “Haberiniz olsun, bir fitne çıkacak” buyururken işittim. “Bundan çıkış
yolu nedir ya Resulallah?” diye sordum. Buyurdu ki:
Kitabullahtır.
Onda sizden öncekilerin ve sonrakilerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü
vardır. O boş söz değildir, hakemdir. Kim onun hükümlerine karşı çıkarak onu terk
ederse, Allah onun boynunu kırar. Kim ondan başkasında hidayet ararsa Allah onu
saptırır. O Allah’ın sapasağlam ipidir. O hikmet dolu öğüttür. O sırat-ı
müstakimdir. Hevesler onu saptıramaz. Diller onu karıştıramaz. Âlimler ona
doymaz. Tekrarlanmakla usandırmaz. Hayret verici yönleri bitip tükenmez. O öyle
bir kitaptır ki, cinler onu dinlediklerinde “Biz doğru yola ileten harikulâde
bir Kur’an dinledik” demekten kendilerini alamadılar. Onunla konuşan doğru
konuşur. Onunla amel eden ecrine kavuşur. Onunla hükmeden adalet eder. Ona
çağıran, sırat-ı müstakîme ulaştırır.
Tirmizî,
Fezâilü’l-Kur’ân: 14 (2906)