Prof. Dr. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN
Geçtiğimiz
günlerde bir kaç haftadır Cuma namazı sonrasında bendenizi arabasıyla evime bırakan
doktora öğrencisi, “sana zahmet oluyor, bu işe son verelim” dediğimde -doğrusu
hiç beklemediğim- bir cevap verdi ve dedi ki; “Benim için bu yolculuk özel ders
oluyor. Ben bu fırsatı değerlendirmek ve hatta izin verirseniz bu konuşmaları
kaydetmek istiyorum.”
Eve
geldikten sonra aramızda geçen bu konuşmayı düşünmeye başladım. Doğrusu,
trafiğin durumuna göre 15-20 dakika süren yolculuk esnasında ya o bana bir
şeyler soruyor, çalışması ile ilgili danışmalarda bulunuyor ya da ben kendisine
bazı konularla ilgili deneyimlerimden söz ediyordum. Yani bir tür akademik ve
tecrübî sohbet yapıyorduk.
Durumu
değerlendirirken Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin
terkisine aldığı bazı sahabilere binit üzerinde özel ve çok önemli bilgiler
verdiği, tebliğ, irşat ve eğitim-öğretimde bulunduğunu hatırladım.
Konuyla
ilgili bir kaç rivayeti, bu olay vesilesiyle, tebliğ, irşat, davet ve
eğitim-öğretim ile meşgul olanların ve bildiğini uygun gördüğü kişilerle her
imkân ve fırsatta paylaşmayı sevenlerin dikkatine sunmanın uygun olacağını
düşündüm.
Netice itibariyle yol arkadaşımın verdiği
cevap usulî anlamda bir tür sebebu iradi’l-hadis[1] niteliği
kazanıp bir sünnetin hatırlanmasına ve dolayısıyla bu yazının kaleme alınmasına
vesile oldu.
Binit
üzerinde irşat örnekleri
Âlim
ve mürşit sahâbilerden Muaz b. Cebel (v. 18) radıyallahu anh anlatıyor:
Ben
Ufeyr denilen merkebi üzerinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in
terkisinde idim. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
-
"Ey Muâz! Allahın, kulları
üzerindeki hakkı ile kulların Allah üzerindeki hakları nedir bilir misin?"
buyurdu. Ben:
-
Allah ve Resûlü bilir" dedim. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Allah'ın, kulları üzerindeki hakkı,
sadece O'na kulluk etmeleri ve hiç bir şeyi O'na ortak koşmamalarıdır. Kulların
Allah üzerindeki hakları ise, hiç bir şeyi kendisine ortak koşmayan kullara
azap etmemesidir," buyurdu. Ben:
- Ey Allah'ın Resûlü! Bunu insanlara
müjdeleyeyim mi? dedim. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem:
-
"Müjdeleme! Gevşeyiverirler" buyurdu.[2]
Bu olayla ilgili Ahmed b.
Hanbel'in Müsned’inde yer alan bir rivayette[3] Halife Ömer b.
el-Hattab (v. 23) radıyallahu anh'ın kendisini Şam'a insanları bilgilendirip eğitsin
diye görevlendirdiği Abdurrahman b. Ğanm'den (v. 78) nakledildiğine göre Muaz
b. Cebel ona yukarıdaki olayın başlangıcına dair şu bilgiyi vermiştir:
Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem bir gün semeri hurma lifinden yapılmış ve adı Ya'fûr olan
merkebine bindi. Sonra bana,
-Muaz, sen de bin,
buyurdu. Ben,
-Siz devam edin, ben
yürürüm ey Allah'ın Resulü, dedim. O;
-Bin, buyurdu.
Ben de arkasına bindim.
Merkep bizi sırtından attı.
Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem gülerek doğruldu. Ben de içimden kendi kendime kızıp üzülerek
kalktım. Sonra aynı olay ikinci ve üçüncü kez tekrarlandı. En sonunda Efendimiz
yine bindi ve merkep bizi taşımaya başladı. Efendimiz elini arka tarafa uzatıp
elindeki kamçı veya sopa ile benim sırtıma hafifçe dokundu sonra da şöyle
buyurdu: (Aralarında geçen konuşmayı yukarıdaki gibi anlattı.)[4]
Burada Peygamber
Efendimizin bir mürşit ve mürebbi olarak Muaz b. Cebel'e nasıl sıcak bir
yaklaşım gösterdiğine -irşat ve tebliğ yöntemi açısından- dikkat etmek gerekir.
Böylesi bir doğal ve ortaklaşa yaşanmış mâceradan sonra anlatılanların
unutulması mümkün müdür?
Olayla ilgili bir başka
rivayette de[5]
Efendimizin önce, "- Ey Muaz b. Cebel!" diye binit üzerinde seslendiği;
Muaz'ın "Buyur ya Resulellah, emrinize hazırım, sizi dinliyorum"
cevabını vermesine rağmen bir şey söylemeden bir süre susup yola devam ettiği,
bu hitap ve cevabın üç kez tekrar ettiği ve daha sonra ilk rivayetteki iki
soruyu ayrı ayrı sorup cevaplandırdığı bildirilmektedir.
Hz. Peygamber'in,
muhatabını vereceği bilgiye eylem ve söylem olarak nasıl hazırladığına ve onun
merakını nasıl uyandırdığına dikkat etmek gerekmektedir.
Ayrıca burada muhatabın
bir kişi olması gözden kaçırılmamalıdır. Çok önemli bilgi, bazen tek bir kişiye
de verilebilir. Muhatabın az veya çok olmasından ziyade, muhatapta verilecek
bilgiyi, yapılacak irşat ve tebliği içselleştirme yeteneği önem arz etmektedir.
Peygamber Efendimiz,
başka bazı sahâbîlere de binit üzerinde (araçta) irşatta bulunmuştur. Mesela
Abdullah b. Abbas (v. 68) radıyallahu
anhümâ şunları anlatmaktadır:
"Bir
gün ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in terkisinde
bulunuyordum. Bana:
“Delikanlı,
sana birkaç söz/ilke belleteyim” dedi ve şöyle buyurdu:
“Allah’ın
emir ve yasaklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun.
Allah’ın
hoşnudluğunu gözet ki, O'nu karşında bulasın.
Bir
şey isteyeceksen Allah’tan iste! Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile!
Ve
şunu bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana bir menfaat sağlamaya çalışsa,
Allah’ın sana yazdığından fazla bir şey veremezler. Yine bütün bir ümmet, el
birliğiyle sana bir zarar vermeye kalkışsa, Allah’ın sana takdir ettiği
zarardan fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş,
yazdıkları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.”[6]
Ayrıca Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem, binit üzerinde terkisinde olan Hz. Ebu Zerr'e (v. 31),
güneşin battığı yer konusunda soru-cevap usulü ile bilgi vermiştir.[7] Yine, kendisiyle
konuşmakta olan adamın yanındaki genç ve güzel kadına bakmakta olan terkisindeki
genç sahâbi el-Fadl b. Abbas'ın (v. 18) başını mübarek eliyle sessizce başka
tarafa çevirmiştir.[8]
Netice
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimiz, gevşeme (ittikâl)
ve yeni Müslüman olmuş bulunmaları gerekçeleriyle[9] bazı kevnî ve dinî gerçekleri
halka genel bir ilân şeklinde duyurmamış, onu içine sindirebilecek, anlamsız
bir güven duygusuna ve yanıltıcı bir ümide kapılmayacak olan sahabîlere özel
olarak bildirmiş ve böylece hem gerçekleri duyurmuş hem de muhataplarının
maslahat ve iyiliğini gözetmiştir.
Sahâbîler
de anlaşılması zor ve müjde dozu yüksek
hadisleri ancak, ölecekleri zaman, bir gerçeği gizlemiş olmanın vebâlinden
çekinerek (teessüm) son anda rivâyet
etmişlerdir. Meselâ Ubâde b. es-Sâmit (v. 34) radıyallahu anh, hasta
yatağında kendisini ziyarete gelmiş ve üzüntüsünden ağlamakta olan dostu
es-Sunâbihi’ye şöyle demiştir:
“Dur bakalım,
niçin ağlıyorsun? Allah'a yemin ederim ki, eğer benden tanıklık istenirse senin
lehinde tanıklık ederim. Eğer şefaat yetkisi verilirse kesinlikle sana şefaat
ederim. Yine gücüm yeterse mutlaka sana yardımcı olurum.
Allah'a yemin
ederim ki, bir hadis dışında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den
duyduğum içinde sizin için hayır olan her hadisi size rivayet ettim. O bir
hadisi de şimdi canımı teslim etmek üzereyken size rivayet edeceğim; Ben
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken duydum: “Lâ
ilâhe illellah, Muhammedün Resulullah diye şehâdet getirene Allah cehennemi
haram kılmıştır.”[10]
Hz.
Peygamber'in ve sahâbîlerin bu uygulamaları davette öncelik, muhataba görelik, irşatta güncellik ilkesi ve fırsatı
değerlendirme örneği olarak dikkate alınıp yaşatılmalıdır. Tebliğ, davet ve
irşat hizmetinde bunun önemli bir "Sünnet"
olduğu ve muhatabını ve
fırsatını bulunca, binit, araba, gemi, uçak ve hatta dijital alet ve vasıtalar dâhil
her yerin hizmet ve irşat için uygun birer ortam olabileceği unutulmamalıdır.
Yakın
tarihimizde banliyö trenlerinde belli mesafelere gide-gele ders yapan, yolculuk
esnasında uçakta tarikat dersi almak isteyenle ilgilenip hava alanına inmeyi
beklemeden hemen oracıkta dersini veren, ceza evlerinin medrese-i yusufiyye
niteliği kazanmasına vesile olan hoca ve mürşitler herhalde sözünü ettiğimiz
binit üzerinde irşat sünnetinin güncel uygulama ve yansımaları olarak
hatırlanacak örneklerdendir. “Kıyamet şartlarında elindeki fidanı dikmek” diye
de değerlendirilebilecek bu tür örnekler, “hizmetin görülmesi neticesinden
önemlidir” bilincinin zamanla toplumda görülen mutlu ve olumlu gelişmelerin
sessiz ve etkin vesileleri olsa gerektir. Buradan şöyle bir genel neticeyi dile
getirmek mümkündür: Tüm çeşitleriyle sünnet, berekettir.
[1]
Herhangi bir hadisin hatırlanıp zikredilmesine sebep olan olay demektir. Konuya
ait geniş bilgi için bk. Bekir Kuzudişli, Hadis Rivayetinde Bağlam Sebebu
îrâdi’l/hadîs, İstanbul, 2020 (Klasik yayınları). Bu terim hadislerin Peygamber
Efendimiz tarafından söylenme sebebi (Sebebu vürudi’l-hadis) ile
karıştırılamamalıdır.
[2] Bk. Buhârî,
Cihad 46; Müslim, İmãn 49. Hadisin metni şöyledir: عَنْ
مُعَاذٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ كُنْتُ رِدْفَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى حِمَارٍ يُقَالُ لَهُ عُفَيْرٌ فَقَالَ يَا مُعَاذُ هَلْ
تَدْرِي حَقَّ اللَّهِ عَلَى عِبَادِهِ وَمَا حَقُّ الْعِبَادِ عَلَى اللَّهِ
قُلْتُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ فَإِنَّ حَقَّ اللَّهِ عَلَى
الْعِبَادِ أَنْ يَعْبُدُوهُ وَلَا يُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا وَحَقَّ الْعِبَادِ
عَلَى اللَّهِ أَنْ لَا يُعَذِّبَ مَنْ لَا يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا فَقُلْتُ يَا
رَسُولَ اللَّهِ أَفَلَا أُبَشِّرُ بِهِ النَّاسَ قَالَ لَا تُبَشِّرْهُمْ
فَيَتَّكِلُوا Konuya ait Ebû
Hüreyre rivayeti ve açıklaması için bk. Nevevî, Riyâzü's-sâlihin, Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, M. Y. Kandemir,
İ. L. Çakan, R. Küçük, III,102-104; IV, 158-163
[3]
Müsned, V, 238
[4]
Rivayetin Arapça metni şöyledir: عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ غَنْمٍ وَهُوَ الَّذِي بَعَثَهُ
عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ إِلَى الشَّامِ يُفَقِّهُ النَّاسَ أَنَّ مُعَاذَ بْنَ
جَبَلٍ حَدَّثَهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ
رَكِبَ يَوْمًا عَلَى حِمَارٍ لَهُ يُقَالُ لَهُ يَعْفُورٌ رَسَنُهُ مِنْ لِيفٍ
ثُمَّ قَالَ ارْكَبْ يَا مُعَاذُ فَقُلْتُ سِرْ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَقَالَ
ارْكَبْ فَرَدَفْتُهُ فَصُرِعَ الْحِمَارُ بِنَا فَقَامَ النَّبِيُّ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَضْحَكُ وَقُمْتُ أَذْكُرُ مِنْ نَفْسِي أَسَفًا
ثُمَّ فَعَلَ ذَلِكَ الثَّانِيَةَ ثُمَّ الثَّالِثَةَ فَرَكِبَ وَسَارَ بِنَا
الْحِمَارُ فَأَخْلَفَ يَدَهُ فَضَرَبَ ظَهْرِي بِسَوْطٍ مَعَهُ أَوْ عَصًا ثُمَّ
قال
Şuayb
el-Arnavud bu rivayetin girişindeki olayı zayıf, hadisin gerisini sahih olarak
değerlendirmektedir.
[5]
Bk. Buhari,
el-Edebü’l-müfred, s. 324
[6] Tirmizî, Kıyâmet 59:Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 307, 308; Taberâni, el-Mu'cemu'l-kebir, XI, 123;
Hakim, el-Müstedrek, III, 623. Hadisin metni şöyledir: عَنِ ابْنِ
عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ:
«كَنْتُ خَلْفَ النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمًا، فَقَالَ: يَا غُلَامُ! إِنِّي
أُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ: احْفَظِ اللَّهَ يَحْفَظْكَ، احْفَظِ اللَّهَ تَجِدْهُ
تُجَاهَكَ، إِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَلِ اللَّهَ، وَإِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ
بِاللَّهِ، وَاعْلَمْ أَنَّ الْأُمَّةَ لَوِ اجْتَمَعَتْ عَلَى أَنْ يَنْفَعُوكَ
بِشَيْءٍ، لَمْ يَنْفَعُوكَ إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللَّهُ لَكَ، وَلَوِ
اجْتَمَعُوا عَلَى أَنْ يَضُرُّوكَ بِشَيْءٍ لَمْ يَضُرُّوكَ إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ
كَتَبَهُ اللَّهُ عَلَيْكَ، رُفِعَتِ الْأَقْلَامُ، وَجَفَّتِ الصُّحُفُ Hadis-i
şerif kütüb-i sitte'den sadece Tirmizi'nin el-Cami'inde bulunmaktadır.Tirmizi,
hadisin hasen- sahih olduğunu bildirmiştir.
[8]
Ebu Ya'la el-Mevsılî, Müsned, XII, 97, Dımaşk 1404/1984.
Olaya ait metin şöyledir: عَنْ الْفَضْلِ بْنِ عَبَّاسٍ قَالَ: كُنْتُ
رِدْفَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَعْرَابِيٌّ مَعَهُ
ابْنَةٌ لَهُ حَسْنَاءُ؛ فَجَعَلَ الأَعْرَابِيُّ يَعْرِضُهَا لِرَسُولِ اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَجَاءَ أَنْ يَتَزَوَّجَهَا قَالَ: فَجَعَلْتُ
أَلْتَفِتُ إِلَيْهَا وَجَعَلَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
يَأْخُذُ رَأْسِي فَيَلْوِيهِ
[10]
Tirmizi, İman 17