MUSTAFA ÇALIŞAN
ŞİMDİ anlatacaklarım, benim kısa ama uzun hikayemin mütemmim cüzüdür.
Hayatımın son yıllarında önemli denebilecek hastalıklara
muhatap oldum. Halen tedavi sürecinde olduğum parkinsonizm ile tanıştım. Sahip
olduğumu sandığım nimetler elimden gidince bazı şeyleri daha iyi idrak etmeye
başladım. Bunlardan en önemlisi konuşma kabiliyetimi yitirmemdi.
Kendimde en çok güvendiğim, hatta gurur duyduğum beceriydi
güzel konuşmak. Bu konuda dersler ve eğitimler verirdim. Mikrofonu elime alınca
adeta bülbül gibi şakırdım. Her zeminde ve mecliste çok rahatlıkla konuştum.
Bilenler bilir, bir çok toplantının sunumunu ve yönetimini yaptım ve bu sahada
hep takdir topladım, tebrikler aldım, aranan isim oldum.
Ne zaman ki bu hastalıkla imtihan olmaya başladım, işte o
zaman benim olmayan şeylerin sahibi gibi davranmanın kaç bucak olduğunu anladım!
Sahibim olan Yaratıcı bana adeta ders verdi; “Ey insan, sen kendine malik
değilsin” dedi.
Ve o güzelim sesim soluğum, konuşmam gitti!
Ve hamd olsun ki aklım başıma geldi.
Dahası da var.
Bir zamanlar merdivenleri ikişer üçer çıkan, gece gündüz
koşan ve koşturan bir adamken, muhatap olduğum bu hastalıkla neredeyse
yürüyemez hale geldim. Yine Yaradanıma döndüm ve nihayetsiz şükrettim aklımı
yeniden başıma toplama imkânı verdiği için..
Kendime bir çare ve rehber aramaya başladığımda, sağlığımda
olduğu gibi, hastalığımda da imdadıma üstadım Bediüzzaman'ın Hastalar Risalesi
yetişti. Bu risale öyle muhteşem bir eser ki, Üstad Hazretleri sadece Hastalar
Risalesini yazsa idi yine de onun Bediüzzaman olmasına yeterdi.
Aman ya Rabbi! Bu ne büyük hazine, ne müthiş bir reçete, o
ne harika bir eser ki, tüm dertlere derman oluyor!
Yıl 1995, bundan 25 sene öncesi, Cerrahpaşa Üniversitesinin
unutulmaz psikiyatri hocalarından Prof. Dr. Ayhan Songar merhumla çok iyi
diyaloğumuz vardı. Kendisi merhum Bekir Berk ağabeyin yakın dostu ve
arkadaşıydı.
Geceleri geç vakte kadar Laleli’deki muayenehanesinde
hastalarla meşguldü.
Bir ziyaretimde masasının çekmecesinde çokça Hastalar
Risalesi gördüm. Sordum, “Hocam bunlar nedir?” diye.
“Bunları ben reçete olarak veriyorum bazı hastalarıma,”
dedi. “Özellikle çaresiz kalanlara ilaç yerine bunları veriyorum. Ve çok olumlu
neticesini aldım.”
Evet, Hastalar Risalesi tam da bana göre imiş. Bu gerçeği 25
sene sonrasında ancak anlayabildim: ancak başıma bu sıkıntılar gelince.
Üstad Hazretleri bu eseri 90 yıl öncesinde 1930’da telif
etmiş. Ama ben iddia ediyorum ki, Hastalar Risalesi kadar hiçbir eser insana
hastalığı böylesine sevdirmez! O incecik kitaptan aldığım kocaman derse binaen
hastalık hakkındaki düşüncelerimi özetle şöyle beyan edebilirim:
HASTALIK, insan ruhu için bir büyük şifadır. Dertlere
dermandır. Rahmettir.
Eğitimdir. Arınmadır. Sabırdır. Şükürdür. Dikkatle bakan
için nimettir.
Anlamadır. Algıdır. Bulmadır. Buluşmadır. Temizlenmedir.
Hakikati bulma çabasıdır.
Ölümü idraktir. Ölümle yüzleşebilmek, onu sevimli
görebilmektir.
Sabır ve tahammüldür. Şikayet sarmalından çıkmaktır.
Gurur ve kibri, gafleti, enaniyeti, benliği sıfırlama
şansıdır.
Cüz’i iradeden külli iradeye yol almaktır.
“Bu da geçer ya Hu!” diyebilmek ve hastalığın yüzüne
gülebilmektir.
“Neden ben? Ben bunu hak etmedim” duygusunu SABIR ve ŞÜKÜR
anahtarı ile yenerek ruhumuzu manevi detoks ve arınma yolunda günahlardan
temizlenme fırsatıdır.
Milyarlara hükmeden, ya da onlarca otomobili olup da bunu
kullanamayan, bir tansiyona hükmedemeyen acizlerin, kudreti ve zenginliği
yüceler yücesi Yaratıcı’da bulma haritasıdır.
İşte bu sebeplerle ben hastalığımdan razıyım. Tıpkı
sağlığımda olduğu gibi hastalığımda da beni nimetlerine boğan, açık bir zihin,
halen çalışan bir hafıza, kendi ihtiyacımı görebilme dirayeti, çoluk çocuğuma
da sıhhat ve afiyet veren Rabbimden razıyım. Bunları neden anlatıyorsun
diyeceksiniz. İsterdim ki Rabbimin nimetlerini fark etmek için bu kadar
gecikmemiş olayım. Belki sizler de kendi hayatınıza dönüp bakar, nelerden razı
olduğunuzu bir kez daha gözden geçirmek ihtiyacı duyarsınız…