AHMET TAŞGETİREN
Aylık islâmî dergilerde “gündemi belirlemek” önemli. Sadece ayet, hadis ya da geçmiş uygulamaları sayfalara taşımak dergicilik değil. Tıpkı hutbenin, vaazın gündemle alakalı olması gibi islâmî dergiler de soyut alanlarda dolaşmak yerine ayeti, hadisi ve geçmiş uygulamaları bile, günün derdine derman olacak biçimde vermek durumunda.
Açık Deniz bunu yapan dergilerden biri. Metin Karabaşoğlu yönetiminde, Ümit Şimşek Bey’in danışmanlığında hayatın içinden gündemlerle yayınına devam ediyor.
Ağustos sayısı "Ahlâk gündemi" ile çıkmış.
Ümit Şimşek Bey’in geniş bir makalesi bir de Karabaşoğlu’nun Siyer Vakfı Başkanı Muhammed Emin Yıldırım Bey ile mülakatı Kur’an’dan, Hadislerden yola çıkarak bugün Müslümanların ahlâkla ilişkisini değerlendiriyor. Bütünüyle okunmasını tavsiye ederim.
Ümit Bey, Süleyman Hayri Bolay Hoca’dan işittiği Tevfik İleri’nin bir sözünü alıyor:
“Bir ülkede ahlaksızlık yüzde 10’u bulduğu zaman, orada ahlaksızlık hakim hale gelir.” Süleyman Hoca Tevfik İleri'nin bir sözünü daha naklediyor Ümit Bey’e:
“Mekteplerde, ailelerde ahlak dersleri vermek yetmez. İcracıların da birer ahlak kahramanı olması gerekir.”
Ümit Bey yazısında “İman – amel farklılığı”na ilişkin görüşün zaman içinde “İman – Ahlak farklılığı” haline de geldiğini, bunun da Müslümanların hayatında “amel ve ahlak olmasa da imana bir şey olmaz” gibi bir anlayışa yol açtığını onun da yaşanmayan bir Müslümanlık durumunu ortaya çıkardığını belirtiyor.
Yazıda Kur’an’ı Rasulullah’ın okuduğu gibi okumak gerektiğini, böyle okunduğunda “Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi ayırmanın hüsrana yol açacağının görüleceğini not ediyor. Şu ayeti kerimeye işaret ediyor:
“Yoldan çıkmış olan o fasıklar, sözleştikten sonra Allah’ın ahdini bozan, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi kesen ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar, hüsrana düşenlerin ta kendileridir.” (Bakara suresi, 2:27)
Ümit Bey, burada Allah’ın birleşmesini emrettiği şeyin genelde akrabalık bağları gibi anlaşılmış olmasına mukabil, “iman ile ameli, Müslümanlık ile ahlakı ayırma”nın da hüsrana yol açacağını, Allah ve Rasulü’nun de bunları hiçbir zaman birbirinden ayırmamış, bilâkis daima birleştirmiş ve birleştirilmesini istemiş olduğunu vurgulamaktadır. Şu ifadeler Ümit Şimşek’e ait:
“İmanın ve İslam’ın güzelliği de ancak ahlakın güzelliğinde ortaya çıkmakta, bunlar birbirinden ayrıldığı takdirde ise, geride kalan şeyin iman veya İslam denecek hali kalmamaktadır. Bu gerçeği dünya gözüyle apaçık görmek için bugün içinde bulunduğumuz duruma göz atmak yetecektir. Zira iman ile ahlakın arasını ayırmanın sonuçları bugün hayatta, toplumda, ailede, işte, ticarette, siyasette, diyanette karşımıza çıkıyor, bizi her taraftan kuşatıyor ve tıpkı ayetin haber verdiği gibi hüsran içinde bırakıyor.”
Dergide Siyer Vakfı Başkanı Muhammed Emin Yıldırım ile yapılan mülakatta da ahlak alanındaki hassasiyet aşınmasına dikkat çekiliyor. O da “ahlak eğitimimizde problem var, diyor. Ahlakı farklı alanlara sıkıştırıp değerlendirdiğimiz için, hayatın birçok alanında ahlak-din ilişkisini tam anlamıyla kuramıyoruz. Kuramadığımız zaman, yaşadığımız gibi inanmaya başlıyoruz.”
Uzunca mülakatta bir örnek veriyor. Hazreti Peygamber bir ganimet dağıtımında haksız yere alınan deve tüyünün hesabını soruyor. “Kim bu ganimet meselesinde hakkı olmayan şu tüyü bile almışsa ahirette şöyle şöyle bir cezayla karşı karşıya gelecek” diyor. Sahabe bu uyarı karşısında sarsılıyor. Muhammed Emin Bey “Bu hassasiyeti bugün İslam toplumları olarak ne kadar hayatımıza yansıtabiliyoruz?” diye soruyor.
-Peki ganimeti bugün kamu malı diye yorumlayabilir miyiz?
Cevabı şöyle Muhammed Emin Bey’in:
“Tamamen öyle, millete ait olan bir mal. Bir tüyün bile hesabı var. Bir tüyün, bir iğnenin bile hesabı varsa, bu noktada bazı şeyleri zihin dünyamızda doğru yerlere koysaydık, ödümüz kopardı bazı şeylerden. Bugün hangi Müslümana domuz eti deseniz gözleri faltaşı gibi açılır. Ya diğeri, onun ne farkı var? O haramsa, bu da haram. Üstelik bir de domuz eti yemek ferdî bir günah. Ya milletin malını, ya kamuya ait bir malı yiyince, oradan haksızca bir kazanç sağlayınca, torpil yapınca, birinin hakkına girerek torpille bir yerde bir görev alınca?
Bir soru daha:
-Peki nasıl o kadar kolay yapılabiliyor hocam? Kişi kendisini buna nasıl inandırıyor?
-Ben gelmesem başkası gelecek, diyor. İşte kazanmayla kaybetme bu. Ben olmasam, diyor. Zaten diğerleri de yapıyordu, diyor. İnanın çok zor bazı şeyleri anlamak……Şimdi bunları konuştuğumuzda bazıları “Hocam böyle yaparsak Müslümanlar hiçbir şekilde bir yere gelemez” diyorlar. Yapmadık da nereye geldik peki?....
-Deyim yerindeyse, İslam’ın yerine Müslümanları koymuşuz. Ve İslam’a uygun olmayan birçok şeyi Müslümanların menfaatine, Müslümanlar için diyerek meşrulaştırıyoruz.
Ve Müslümanların menfaati dediğimiz şey de aslında kendi menfaatimiz. Tamamen şahsi menfaat başka ambalajlar içinde sunuluyor.
Ne dersiniz, bu değerlendirmeler ışığında bir ahlak sorgulaması yapmaya?
Ahmet Taşgetiren'in köşesine bu adresten ulaşabilirsiniz:
https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/ahlaki-imandan-ayirinca-1594049