Kesin
bilgi sana ulaşıncaya kadar Rabbine ibadet et.
Hicr
Sûresi, 15:99
ÜMİT ŞİMŞEK
Kur'ân-ı Kerim,
bazan birşeye atıfta bulunurken, onu adıyla anmak yerine, belirgin bir
özelliğiyle anar. Böylelikle, o şeyin, anılan özelliği vurgulanmış olur.
Burada
da “kesin bilgi” anlamına gelen “yakîn” kelimesiyle kendisine gönderme yapılan
bir hakikat vardır ki, o hakikatin bir özelliğine dikkatlerimiz çekilmektedir.
Bu
özellik, onun kesin, şaşmaz, en küçük bir kuşku ve tereddüde yer bırakmayacak
derecede kat’i bir gerçek olduğunu gösterir.
“Acaba
bu gerçek ne olabilir?” diye Kur’ân’dan soracak olursak, aynı kelimenin,
tamamen aynı ifade ve aynı kalıp içinde, bir başka yerde daha geçtiğini
görürüz:
“Bize
kesin bilgi ulaşıncaya kadar.”
Müddessir
Sûresinin sonlarında yer alan bu âyette, fiil de, fail de aynen geçmektedir.
Yalnız, Hicr Sûresindeki âyet “sana ulaşıncaya kadar” diyerek bize hitap
ediyor; Müddessir Sûresinin âyeti ise, daha başkalarının ağzından, “bize
ulaşıncaya kadar” şeklinde bir ifade kullanıyor.
Bu
âyeti biraz öncesinden okuduğumuz takdirde, konu aydınlanmaya başlayacaktır:
Mücrimlere sorarlar:
“Sizi Sakar’a ne attı?”
Derler ki: “Biz namaz kılmazdık.
“Yoksulları doyurmazdık.
“Bâtıla dalanlarla biz de dalıp gitmiştik.
“Hesap gününü de yalanlıyorduk:
“Kesin bilgi bize ulaşıncaya kadar.”[1]
Burada
kesin bilgi kendilerine ulaşmadan ibadet etmeyen kimselerin pişmanlığı anlatılırken,
Hicr Sûresinin âyetinde de, kesin bilgi ulaşıncaya kadar ibadet emrediliyor.
İşte, bu, herşeyin açık seçik ortaya çıktığı, dinin bütün hakikatlerinin apaçık
görüldüğü, inanan ve inanmayan kimse arasında bir farkın kalmadığı andır.
Yani,
ölüm ânıdır.
Daha
başka âyetlerde de bu hakikate işaretler vardır. Meselâ Vâkıa Sûresinin son
kısmında, iman ve inkâr ehlinin ölümlerinden ve onları bekleyen şeylerden ayrı
ayrı söz edildikten sonra, “İşte bu kesin bilginin tâ kendisidir”[2]
buyurulur.
“Kesin
bilgi” ile ifade edilen an bir kere geldi mi, iman etmeyen kalmaz. Firavun da boğulacağını
anlayınca “İnandım” demiş, ama bu iman ona bir fayda vermemişti.[3]
Kur’ân,
doğrudan doğruya, “Ölüm sana erişinceye kadar ibadet et” de diyebilirdi. Bunun
yerine “kesin bilgi ulaşıncaya kadar” denmiş olması, dikkatlerimizi bazı
noktalar üzerinde yoğunlaştırmak için olmalıdır.
Bir
defa, ölümün kendisi gerçek ve kesin bir bilgidir. Bu hayatın sonunda gelip
dayanacağı, kesin, açık, su götürmez hakikat ondan ibarettir. Bu, inanan ve inanmayan
herkesin paylaştığı bir bilgidir.
Ayrıca,
siz gördüğünüze değil, gayba inanmakla yükümlüsünüz. Rabbiniz, size,
görmediğiniz ve maddî duyularınızla algılayamadığınız şeyler hakkında da bilgi
sahibi olmanızı sağlayacak yetenekler vermiş, bir kitap ve bir elçi
göndermiştir. Bakara Sûresinin 3. âyetinde tanımlandığı gibi, mü’min demek,
Allah ve Resulü tarafından verilen duyular ötesi âlemlere dair haberlere,
gözüyle görmüş gibi bir kesinlikle iman eden kimse demektir. Ölüm ânı gelip
çattıktan ve herkes eşit şekilde kesin bilgiye ulaştıktan sonra, imanın da,
ibadetin de bir anlamı kalmaz. Siz, yapacağınız ne iyilik varsa, kesin bilgiden
önceki şu kısa dünya günlerinde yapmaya bakın. Birgün nasıl olsa o kesin bilgi
size de ulaşacak ve o zaman, dünyada geçirmiş olduğunuz ömür size pek kısa
görünecektir. Onun için, henüz gaybî olan imanınızla şu kısa dünya hayatından
alabileceğiniz verimi almaya bakın.
Kesin
bilginin mü’min için asıl anlamı ise, Rabbine kavuşmak demektir. O an
eriştiğinde, mü’min, daha önce görmediği, ama görmüş gibi inanıp kulluk ettiği
Rabbine kavuşmuştur. Bu Allah’ın vaadidir; Allah’ın vaadi ise hayatın kendisi
kadar kesin ve gerçek bir bilgidir. Mü’minden beklenen de, o mutlu âna erişinceye
kadar iman ve ibadetinde sebat etmektir.
Ayet-i
kerime, bunlar gibi daha nice işaretleriyle, hayatımızı anlamlı kılacak bir
formülü son derece özlü bir ifade içinde bize sunuyor:
“Kesin
bilgi sana ulaşıncaya kadar Rabbine ibadet et.”