Furkan sahibi olmak

 



Ey iman edenler! Allah’tan korkarsanız, O size furkan verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah pek büyük lütuf sahibidir.

Enfâl sûresi, 8:29

ÜMİT ŞİMŞEK

KUR’ÂN-I KERİMİN öyle âyetleri vardır ki, daha ilk bakışta, “İşte bu bana yeter” dedirtir. Gerçekten de, o birkaç kelimelik özlü cümle içinde, insana hayattan beklediği herşeyi verebilecek bir kapasite vardır.

İşte bu âyet de, öyle âyetlerden biridir ve insana, hayatının bütün aşamalarında yol gösterecek hedefleri ve bu hedeflere ulaşmasını sağlayacak bir altın formülü sunmaktadır.

Hedefler:

Önce furkan sahibi olmak. Doğruyu eğriden, hakkı bâtıldan, yararlıyı zararlıdan, iyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt edecek bir anlayışa sahip olmak.

Sonra, kötülüklerinin örtülmesi ve insanlar önünde küçük düşmekten, ayıplanmaktan kurtulmak.

Âhirette de, Rabbinden hiçbir ceza ve azarlama görmeyecek şekilde bütün günahlarının birden bağışlanması.

İnsanın dünyasını da, âhiretini de mamur edecek bu üç hedefe ulaşmak için de bir altın anahtar:

Allah’tan korkmak. Yani, takvâ sahibi olmak. Âyet, gayet açık bir şekilde, “Allah’tan korkarsanız bu üç hedefe de erişirsiniz” mesajını veriyor ki, bunlar arasında en önemlisi, hiç kuşkusuz, birincisidir, yani furkan sahibi olmaktır. Zira insanın dünyada ve âhirette umduklarına kavuşması, ancak doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edebilmesiyle mümkündür.

Bundan da anlaşılıyor ki, hak ile bâtılı birbirinden ayırt etmek sadece bilgi ile gerçekleşecek bir iş değildir. Gerçi ilim herşeyin başındadır; onsun bir olgunluk düşünmek mümkün olmaz. Lâkin furkan sahibi olabilmek için, ilme eşlik etmesi gereken bir de Allah korkusu vardır. Âyet, bu İlâhî lütfu, böyle bir şarta bağlamıştır. Kurtuluş, hakkı hak olarak görüp ona tutunmak, bâtılı bâtıl olarak görüp ondan kaçınmakla mümkündür. Fakat hakkı ve bâtılı gerçek mahiyetleriyle görüp birbirinden ayırt etmek için de Allah’tan korkmak, Onun buyruk ve yasaklarına karşı gelmekten sakınmak lâzımdır. Bu şartı yerine getiren kimse için Allah’ın “furkan ihsan etme” taahhüdü vardır; yerine getirmeyen için ise hiçbir taahhüt yoktur.

Bu durum, insanın sadece kendi içinde sağlıklı bir muhasebe yapmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda, kimin sözüne kulak verileceğini ayırt etmesine de yardımcı olur. Özellikle günümüzdeki gibi her kafadan ayrı bir sesin çıktığı ortamlarda insanların böyle şaşmaz ölçülere her zamankinden fazla ihtiyacı vardır. Zira kime soracak olsanız, doğru yol onun gösterdiği istikamettedir; oysa onlardan bir kısmının gösterdiği yön ile diğerleri arasındaki fark, doğu ile batı arasındaki farktan daha da büyüktür. İşte böyle durumlarda kimin Allah’tan korktuğuna bakınız. Kim Allah’ın buyruklarına daha gönülden sarılıyor, kim Onun yasakladığı şeylerden uzakta duruyor, buna dikkat ediniz. Bu konuda gevşekliği olanların, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmekte de bir gevşeklik içinde bulunacağını unutmayınız. Çünkü yoldan çıktığı halde kendisini doğru yolda zanneden pek çok kimse vardır ve Kur’ân bunlar hakkında da bizi uyarmaktadır.[1] Onun için, sözlerin parlaklığına değil, gösterilen delillerin kuvvetine bakmak gerekir ki, kişinin takvâsı da bu delillerden biridir.

Eğer bu ölçüler de elinizde olduğu halde doğru söyleyeni yanıltan kimseden nasıl ayırt edebileceğinizden hâlâ emin olamıyorsanız, o zaman da kendi takvânıza bakınız.

Çünkü Kur’ân, bunu ayırt etmek için, Allah’tan korkma şartını koyuyor.


Sitemizde yayınlanan yazılardan ânında haberdar olmak için
bizi Twitter’da takip edebilirsiniz:

twitter.com/umit_simsek


[1] Bk. A’râf , 7:30; Zuhruf, 43:37.