ÜMİT ŞİMŞEK
HEM bir uyarı, hem de bir büyük müjde içeren ve bizi hayatın en önemli bir gerçeğiyle yüz yüze getiren âyetlerden biri de bu âyettir. Kimin payına tehdit, kimin payına müjde düşeceği ise, tamamen, kulun kendi özgür iradesiyle seçeceği yola bağlıdır.
Âyet, “nimetler” sözüyle bu dünyayı, “o gün” sözüyle de âhireti hatırlatmakta, her iki âlemin de mahiyetini iki kelime içinde gözler önüne serivermektedir.
Bu dünya, herkesin nimetler içinde yüzdüğü bir dünyadır. Buraya gelen herkes, Yer ve Gökler Rabbinin sofralarında ağırlanmak üzere çağırılmış bir konuktur. O, gözünü hayata açtığı andan itibaren, kendisini, sayılamayacak kadar çok nimetlerle kuşatılmış bulur. Aldığı her nefes, yiyip içtiği her şey, duyularının önüne serilmiş olan güzel ve faydalı şeyler, bedenindeki sıhhat, ağzından çıkan veya kulağına giren herhangi bir söz, bir gece uykusu, bir adım atış, bir kalem tutuş, dostlar, akrabalar, bir anne şefkati, bir evlât muhabbeti, herhangi bir anda trilyonlarca hücresinden herhangi birinde olup bitenler, bir şifa, bir safa, bir serin rüzgâr, bir yuva sıcaklığı, gökten bulutlarla inenler, yerden bitkilerin eliyle çıkarılanlar, canlıların eliyle ona sunulanlar — ve daha niceleri, bir ömür boyu sayılacak olsa, insanın ömrü bundan önce tükenir de, onun sıradan bir gün içinde eriştiği nimetlerin hesabı tükenmez.
İnsan, bütün bu nimetlerden hiçbirini daha önceden hak ederek elde etmiş değildir. Ne onları kendi gücüyle kendisine boyun eğdirmiş, ne de bir başka âlemde Rabbiyle pazarlık ederek bu nimetleri Ondan koparmıştır. O, her şeyden âciz ve her şeyden habersiz bir şekilde bu dünyaya gözünü açtığı andan itibaren kendisini nimetler deryasının içinde bulmuş, o derya içinde yaşamış ve o derya içinde son nefesini vermiştir.
İşte, onu her nefesinde gökten ve yerden sayısız nimetleriyle bu dünyada ağırlayan Rabbinin, kulundan soracağı bir sual olacaktır:
Kimden geldi bu nimetler, bildin mi?
Yer ve Gökler Rabbinden sana erişen armağanları hürmetle öpüp baş tacı mı yaptın, yoksa tabiata, tesadüfe, Allah’ın bir kısım âciz kullarına peşkeş mi çektin?
Gökten ve yerden seni besleyen Rabbine şükürle mi, yoksa nankörlükle mi karşılık verdin?
Bir de, sana verilen bu nimetleri iyilikte mi kullandın, kötülükte mi? Onları Rabbinin rızasını kazanmak için mi, yoksa gazabına uğramak için mi bir vesile yaptın?
Nankörlük eden bir kul için, arkadan gelecek ceza bir yana dursun, sadece o sorgunun kendisi bile, dünyadaki gelip geçici mutluluklarının tümünü birden hiçe indirecek bir büyük felâket olur. Çünkü o günkü hesapta hiçbir şey unutulmamış, bütün bir ömrün en ince ayrıntıları bile işleme girmiş, kulun işleyip de unuttuğu yahut unutulacağını umduğu büyük küçük her şey bütün çıplaklığıyla ve bütün çirkinliğiyle önüne konmuştur. Artık geriye dönmek ve eski hatâları düzeltmek imkânı da yoktur. Kul, her nefesteki inkârının, her nimetteki nankörlüğünün hesabını tek tek vermekten başka hiçbir çareye sahip olmadığını apaçık görmektedir.
Şükreden bir kul için ise, dünyada eriştiği nimetler bir mutluluk olduğu gibi, böyle bir sorgu da bir büyük mutluluktur. Hattâ, asıl mutluluğun başlangıcı bu sorgudur. Çünkü sorgunun sonucu, en küçük bir şükrü, en gizli bir iyiliği, bütün bir ömür boyunca ihtiyat akçesi gibi bir kenara koyulmuş tüm hayırları birden açığa çıkarmış ve bu dünyada geçirdiği ömrü onun için ebedî bir övünç belgesi olarak Rabbinin huzurunda ortaya koymuştur. Daha da ötesi, Rabbinden erişen nimetlerin büyüklüğünü, kul, işte o sorgu sırasında anlamıştır; çünkü onun bütün iyilikleri, sadece hatırlanıp ortaya çıkarılmakla kalmamış, onlardan her biri onlarca, yüzlerce, binlerce misline katlanarak, üzerine bir de Rabbinin sonsuz rahmetine lâyık daha nice lütuflar eklenerek önüne serilmiştir. İşte o an, şükreden mü’min kulun “Alın, okuyun kitabımı”[1]diye göğsünü gere gere hesabını herkese ilân edeceği gündür.
Lâkin şunu da unutmamak gerekir ki, o büyük günün korkularından emin olmak için, kötü hesabın korkusunu bugün yüreğinde taşımak gerekir. Bu dünyada iken Rabbinin nimetlerine karşı nankörlük etmekten korkan ve hayatını bu bilinçle düzenleyen kimse, bu duyarlılığının boşa gitmediğini o gün sevinçlerin en büyüğü içinde görecektir. Zira “Bütün nimetlerden sorguya çekileceksiniz” sözü, Âlemlerin Rabbinden gelen bir sözdür. Ve öyle bir söz, asla hafife alınacak bir söz değildir. Peygamber Efendimizin hadis-i şerifi de bizi bu dünyanın nimetleri hakkında duyarlı olmaya çağırmaktadır:
Kıyamet gününde kula nimetlerden sorulacak ilk sual, “Bedenine sağlık vermedik mi, sana soğuksu içirmedik mi?” olacaktır.[2]
[1] Hâkka Sûresi,69:19.
[2] Tirmizî,Tefsir 102:5.