Şeriat rahmettir

ÜMİT ŞİMŞEK

Şeriatın değerini anlamak için birçoğumuzun kafasına saksı düşmesi gerekiyor. Çünkü Şeriati bir tür ceza hukuk sistemi zannediyoruz; bir de merhamet duygumuz yönünü şaşırmış bulunuyor.

Şeriat karşıtı bir gazetenin kendisini “laik” olarak tanıtan bir yazarı da İstanbul trafiğinde bunalınca Şeriatten imdad istemek zorunda kalmış. Sayın yazar, haklı olarak, bu dinin trafikte işlenen hatâlara karşı birer müeyyidesinin olması gerektiğini savunuyor.

Şeriati bir ceza hukuku sistemi olarak görmenin yanlışlığını bir tarafa bırakacak olursak, burada bir hakikat yakalanmış görünüyor. Bu hakikat, Şeriatin adalet ile iç içe tecellî eden rahmet yönüdür. Lâkin bu da ancak mağdurun bakış açısından net olarak görülebiliyor; zaman zaman saksıya duyulan ihtiyaç, işte bu bakış açısını yakalayabilmek içindir.

***

Şeriatin ne olup ne olmadığı konusuna girecek olursak, kolay kolay çıkamayabiliriz. Onun için, bir mânâda Şeriatin baştan başa rahmet demek olduğunu belirtmekle yetinelim. Şeriat rahmettir, çünkü onunla insan Âlemlerin Rabbine muhatap olma şerefine erişir, onunla iki dünyanın saadetine kavuşur, onunla Rabbinin en yüksek seviyedeki lütuf ve ihsanlarına mazhar olur.

Şeriatin bu dünyada insana lâyık gördüğü bir hayatın temel şartları ise huzur ve güvenliktir. Şeriatin öngördüğü toplum, insanların “Başıma birşey gelir mi?” endişesini taşımadan gece gündüz sokağa çıkabildiği, kimse tarafından rahatsız edilmeden evinde oturabildiği, gözü arkada kalmadan evini ve dükkânını kapatıp istediği yere gidebildiği bir toplumdur.

Böyle bir toplumda, bir kısım kafadarlar bir araya gelip de canının istediği yolu trafiğe kapatamaz; kapatmaya kalkarsa, Şeriatin buna müsamahası olmaz.

Böyle bir toplumda, bir kısım insanlar “hak arama” bahanesinin ardına sığınarak devletin veya şahısların mallarına zarar veremez, dükkânları yakıp yıkamaz, kimseyi korkutamaz, insanların ticaretine, alışverişine, ekmek parasına mâni olamaz. Bunları yapacak olanların Şeriat elini, ayağını, hattâ kafasını keser. (Bkz. Bir Mesaj Âleti Olarak Fesat.)

Toplumun huzur ve güvenliği söz konusu olduğunda, bir tercih karşısındayız demektir:

Kime merhamet edelim? Mâsumlara mı, yoksa suçlulara mı?

Şeriatin tercihi bellidir: O, toplumu merhamet kanatları altına alır, toplumun huzurunu bozan suçluya da adaletin kılıcını gösterir.

Hak arama, özgürlük gibi etiketler altında bir azgınlar güruhunu koruyup kollayanlar ise bunun tersini yapıyorlar:

Onlar suçluya merhamet gösterirken, suçsuz bir topluma karşı merhametsizlik ediyorlar. Böyle yapmakla, Şeriate yakıştırdıkları “şiddet”ten uzaklaşmış olmuyorlar, sadece onun yönünü değiştiriyorlar — üstelik lâyık olmayan tarafa doğru! Şimdi biz bu anlayışın meyvelerini, himaye gören suçlular ile huzurdan mahrum kitleler halinde topluyoruz.

***

Fakat toplumun vicdanı, bütün bu yoğun propagandalar arasından da göreceğini görüyor.

Aynı Şeriat karşıtı gazete, İran’daki bir infaz sahnesini yorumlu ve yönlendirici şekilde “vahşet” olarak sunduğu zaman, kendi okuyucusundan bile hiç umulmadık tepkiler alıyor ve haberin altı, bu infaz sahnesini tasvip eden yorumlarla doluyor. (Bkz. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11762071&tarih=2009-05-31 ).

Henüz “Kısasta hayat var” (Bakara, 2:179) hükmünü tasdik edecek seviyeye ulaşamamış olanlara gelince:

Onları da, en sonunda, Türkiye’nin bütün dağlarındaki toplam ayı nüfusundan daha fazlasını barındıran İstanbul trafiği insafa getiriyor ve “Neredesin Şeriat?” diye bağırtıyor.