2013 Nisan’ında Son Devir’de yayınlanan bir yazı
ÜMİT ŞİMŞEK
Harf devrimi sadece alfabeyi değil, mantığımızı da değiştirdi. Bir gecede bir milleti okumaz-yazmaz hale getiren bu devrimle bize yabancı bir alfabe sunulurken, bunun gerekçesi “Kolay olan iyidir” mantığına dayanıyordu:
Önceden okuma ve yazmada zorlanıyormuşuz; yeni alfabe ise bize kolayca okuyup yazma imkânı sağlayacaktı. Kolay olan varken zora talip olmanın da bir mânâsı yoktu.
Fakat bu sunuş, konuyu bize bütün ihtilâtlarıyla açıklamıyordu:
Kolay okuyup yazacaktık, ama ne kadar okuyup ne kadar yazacaktık?
Neleri okuyup neleri okuyamayacaktık?
İlim ve irfan sahasında bu yabancı alfabe bizim ihtiyaçlarımızın ne kadarına cevap verecekti?
Bu sorular şimdi birçoğumuza mânâsız gelebilir. Çünkü zaman içinde ihtiyaçlarımızla yeni alfabenin bize sundukları arasındaki mesafe kapandı; lâkin alfabe bizim eski irfan seviyemize cevap verdiği için değil, bizim irfanımız alfabenin seviyesine indiği için! Bu arada kolaycılığa alışmış olmanın neticelerini de bütün sahalarda devşirmeye başladık:
Her türlü güçlükten ürkmek, her işin kolayına kaçmak, kolay yoldan para kazanmak, kolay yoldan şöhret sahibi olmak gibi alışkanlıklar toplumun paylaştığı temel değerler haline geldi. Alfabenin kolayı makbulse, başka işin zoruna kim neden talip olsun?
***
Tembellik, Batı alfabesinin bize yegâne armağanı değildi; o bir yandan da lisanımızdaki akrabalık bağlarını temelinden kopardı. Daha önce biz Osmanlıca okurken, ilk defa gördüğümüz bir kelimeyi bile tanımakta zorlanmıyorduk; çünkü bu hat bizi o kelimenin köklerine götürüyor ve hangi kelime ve mefhumlarla akraba olduğunu gösteriyordu. Böylece gözlerimiz bir kelimeyi okurken, beynimizde sadece bir kelimenin değil, daha birçok mefhumun bağlantıları da bundan elektrik alıyordu. Ve biz, bir düğmeye basıp pek çok lâmbayı birden yakıyorduk. Şimdi her lâmbayı tek tek yakmak ve kelimeleri birbirinden bağımsız şekilde teker teker öğrenmek zorunda olduğumuza göre, bu alfabe bize kolaylık mı getirmiş oluyor?
Ne var ki, biz Batı alfabesinin getirdiği zorluktan da kurtulmanın yolunu bulduk:
Onunla baş ederek değil, zor olan şeye erişmekten peşin peşin vazgeçerek!
Diğer lâmbalar yanmayıversin; fazla kelimeye, mücerret mefhumlara kimin ihtiyacı var? Bize birşeyi okutacaksanız, önce onu fazla fikirden ve zengin mefhumlardan arındırmalısınız. Hayatta en hakikî ilkemiz herşeyin kolayına kaçmak olduğuna göre, bir şeyin seviyesine çıkmakta güçlük varsa onu kendi seviyemize indiririz. Bizim yazıp çizdiklerimiz bir muhteşem eserin yanında sönük kalıyorsa, öyle eserleri zenginliklerinden soyutlayıp kendimize benzetiriz. Bunu da, kendilerini kolaycılığın pençesine kaptırıp zihnî melekelerini tatile çıkarmış kimselere kabul ettirmekte hiç zorlanmayız. Çünkü insanların birçoğu, tercüme ile sadeleştirmenin aynı şey olduğunu zannedecek ve aralarındaki farkı algılayamayacak bir hale çoktan düşürülmüşler ve belirli mihraklardan kendilerine sunulan herşeyi sorgusuzca benimseyecek duruma getirilmişlerdir. Bu durumdan kurtulmak, ancak yoğun bir zihnî gayretle mümkün olabilir; fakat buna da kolaycılık mânidir.
***
Buraya kadar yazdıklarımız, manzaranın karamsarlığı davet eden cephesiydi. Diğer cepheye gelince:
Bu söylediklerimiz, çoğunluk için geçerli olsa da, toplumun tamamı için geçerli değildir. Hattâ, çok uzak olmayan bir gelecekte, toplumun büyük kısmı için de geçerli olmayacağına dair işaretler çoğalıyor.
Osmanlıcanın son yıllarda halk arasında nasıl bir rağbete mazhar olduğunu fark etmeyenimiz var mı? İnsanlar, özellikle gençler, kendilerini atalarının o muazzam mirasına kavuşturacak bir yazıyı öğrenmek için akın akın kurslara koşuyorlar.
Bir şey daha: Osmanlıcanın cazibesi, herhangi bir bilgi veya becerinin hazzına benzemiyor; onda insanları çeken ve yazdıkça yazmaya, okudukça okumaya sevk eden birşeyler var. Buna inanmayan kimse, Osmanlıca öğrenmekte olan birkaç gençle konuşacak yahut Osmanlıca ders veren hocalarımızın herhangi birinden birkaç hatıra dinleyecek olsa, tereddütlerini bütünüyle izale edecektir. Onun için, anlık fotoğraflar her ne kadar bizi mirasımızdan çok uzakta gösteriyorsa da, büyük resme baktığımız zaman, temayülün tersine döndüğünü görebilir ve bundan meselâ yirmi-otuz sene yahut yarım asır kadar sonra manzaranın çok daha farklı bir fotoğrafa dönüşeceğini tahmin edebiliriz. Bir milletin tarihinde elli veya yüz senelik inkıtalar çok fazla birşey ifade etmez, büyük resmi değiştirmez. Millet, biraz gecikmeyle de olsa, bünyesine yabancı olanı mutlaka reddedecek ve kendisine ait olan değerlere dönecektir.
Bu arada olan kime olur denecek olursa:
Konuyla ilgili diğer bir yazımızda (bk. http://www.yazarumit.com/osmanlica-ve-risale-i-nur-nicin-bu-kadar-onemli/ ) delilleriyle açıkça gösterdiğimiz gibi, bir neslin geleceği, onun gençliğinde kullandığı dilin zenginliğine ve fikir yoğunluğuna doğrudan bağlıdır. Bu bilimsel gerçek ise, toplumun bu gidişini geriye döndürmek ve lisanımızı çoraklaştırmak için çabalayanlar hakkında hiç de uğurlu sayılmayacak bir âkıbeti haber veriyor:
Siz bugün kendi gençlerinizin beyinlerini çürütmek için vargücünüzle çalışırken, bizim gençlerimiz kendilerine ve milletlerine son derece parlak bir istikbal hazırlıyorlar. Çok uzak olmayan bir gelecekte sizin tantanalarınız dinip de herkesin takkesi önüne düştüğünde, siz de acı gerçekle yüzleşeceksiniz.
O zaman bizim nesillerimiz sizin nesillerinizi dövecek; söylemedi demeyin!
***
Konuyla ilgili diğer yazı:
http://www.yazarumit.com/osmanlica-ve-risale-i-nur-nicin-bu-kadar-onemli/