İhvân'dan kim korkar?

2013 Eylül’ünde Son Devir’de İhvân-ı Müslimîn ile ilgili olarak yayınlanan yazılardan ikincisi

ÜMİT ŞİMŞEK

İhvân-ı Müslimîn’in kapatılma talebi, ilk olarak 1948 yılında ABD, İngiltere ve Fransa tarafından açıkça dile getirilmişti. Bugün arkasında aynı güçlerin yer aldığı bir darbenin eliyle İhvân bir kere daha kapatılma sürecine girdi. Kesinleşirse, bu İhvân’ın tarihinde ilk kapatılma olmadığı gibi, belki son da olmayacak. Düştüğü sanılan yerden İhvân yine kalkacak, yine derlenip toplanacak, önceki seferlerde olduğu gibi yine daha da güçlenerek yeni cepheler kazanacak. Ve Batı, yine İhvân’ın önlenemeyen yükselişini engellemek için İslâm âleminin dört bir yanındaki kuklalarını seferber edecek. Batı dünyası ve İslâm âlemi var oldukça bu husumet de böylece devam edip gidecek.

Batı’nın husumetini önlemenin tek bir çaresi varsa, onun değerlerini reddetmeyecek, bilâkis bu değerleri meşrulaştırarak damla damla İslâm âleminin damarlarına zerk edecek bir yol izlemektir. Bu yola bir kere girdikten sonra, adınız Müslüman olarak kalsa da, yeni kimliğinizi belirleyecek olan değerleri hoş görmeye, sonra hoşlanmaya başlar, sonra savunur, sonra benimser, sonra da tiryakisi olur ve bir daha terk edemezsiniz. Müslümanları dinlerinden ayırmanın imkânsızlığını çok daha önceleri anlamış bulunan Batı, yüzyıllardır onların inançlarını yozlaştırmak şıkkını takip etmekte ve yer yer bu konuda önemli başarılar da kazanmaktadır. Bunun bir yolu kendi denetimleri altındaki cereyanları desteklemek ve himaye etmek ise, diğer yolu da İslâmın değerlerinden taviz vermeyen cereyanları yoldan çıkarmak, yoldan çıkmayanları da bertaraf etmek yahut gözden düşürmektir.

***

İhvân’ın kapatılmasına hepimizin eşit şekilde üzüldüğünü söyleyemeyiz. Düşünün ki, Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur talebeleri ile İhvân-ı Müslimîn’i “iki mütevafık ve müterafık saf” olarak niteleyen sözlerini nakletmek bile bazılarımız tarafından sataşma olarak algılanabiliyor! Böylelerine göre İhvân artık Hasan el-Bennâ’nın çizgisini terk etmiş, siyasî gayeler peşine düşmüş, ehl-i dünyayı dışlayarak toplumda İslâmî değerleri hakim kılmaya çalışmış (bazıları da bunu ehl-i dünyanın diliyle “dini siyasete âlet etmek” şeklinde yaftalıyorlar!), Batı’yı karşısına almış, neticede İhvân ile beraber görünmek artık tehlike haline gelmiştir. Aslında İhvân ile beraber olmanın en sağlam gerekçelerini teşkil eden bu özellikleri onların aleyhinde bir delil olarak kullanmak, iliklerine kadar yabancılaşmış olmanın delili değilse nedir?[1]

Hilâfetin lâğvedilmesi üzerine bir çözüm arayışı neticesinde kurulan İhvân-ı Müslimîn’in başından beri siyasî hedeflere sahip olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir; Bediüzzaman da bunu pekalâ biliyordu ve bu bilgiyle Risale-i Nur talebelerini İhvân mensuplarıyla karşılıklı uyum ve refakat içindeki İslâm safları olarak ilân etmişti. Risale-i Nur’un siyasetle iştigal etmemesi  başka birşey, siyaseti İslâmın dışında telâkki etmek çok daha başka birşeydir. Risale-i Nur talebeleri ile İhvân’ın arasını bu noktadan açmak isteyenler, siyaseti Müslümanların girmemesi gereken bir saha olarak ilân etmek ve Müslümanların yönetimini ehl-i dünyaya bırakmak gibi bir hatânın içine düştüklerini ya göremiyorlar veya görmez görünüyorlar. (Bu itirazları yöneltenlerin ya bizzat politikanın içine girmiş, ya da ehl-i dünyanın politikalarını aktif olarak desteklemeyi bir hizmet esası olarak benimsemiş olmaları da meselenin ayrıca üzerinde durulmaya değer bir yönünü teşkil ediyor.)

***

Risale-i Nur talebeleri siyasetle meşgul olmazlar; çünkü onların hususî vazifesi iman hizmetidir. İman hizmetinin muvafık-muhalif farkı gözetmeksizin herkese karşı eşit bir şekilde verilmesi gerekir. İhvân-ı Müslimîn ise, fertten başlamak üzere toplumu ıslah etmeyi hedef alan bir hareket olmakla birlikte, onun hedefleri arasında yönetimin ıslahı da mevcuttur. Bu bakımdan, Risale-i Nur talebeleri ile İhvân-ı Müslimîn arasında metod farklılıklarının bulunması tabiidir. Bu metod farklılıkları hizmetlerin mahiyetiyle ilgilidir ve ikisinden birinin hatâlı olduğu mânâsını taşımaz. Böyle bir yanlış anlamanın önünü, Bediüzzaman, “mütevafık ve müterafık” nitelemeleriyle peşin olarak kesmiştir.

Farklı hizmet alanlarında bulunan ve hayatın farklı yönleriyle muhatap olan kişi ve toplulukların — ecnebîleşmemek ve yabancı değerlerin savunuculuğunu yapmamak şartıyla — elbette farklı tecrübeleri ve farklı bakışları olacaktır. İşte burası, Müslümanların birbirini tamamlaması gereken bir alandır; bu noktada taraflardan her birinin diğerinden öğreneceği şeyler ve alacağı dersler vardır.

Diğer yandan, tabiatı icabı hatâdan hâlî olamayan beşerin fertlerinde olduğu gibi topluluklarında da birtakım hatâlar mutlaka görülecektir. Taraflardan herhangi birinin bulunduğu yerden diğer tarafa bakarak sadece onlarda hatâ bulanlar, eğer kendi taraflarına bakıp orada da birtakım hatâlar göremiyorlarsa, asıl hatâlı tarafın kendileri olduğunu anlama vakti çoktan gelmiş demektir. Burada önemli olan iki şey vardır:

Birincisi, hatâların bizi biz olmaktan çıkaracak ve ecnebî değerlerini İslâm toplumlarına aşılama neticesini verecek bir mahiyet taşımaması.

İkincisi, kişilerin ve toplulukların hatâlarını düzeltme iradesine sahip olması.

İhvân-ı Müslimîn, bu iki hususun ikisinde de bütün İslâm âlemine örnek teşkil eden bir mevkide bulunduğunu şimdiye kadar pek çok kereler göstermiştir.

Defalarca kapatıldıktan sonra yeniden kapatılma noktasına gelinmiş olmasını bütünüyle İhvân’a ait bir hatâ olarak görecek olanlara gelince:

Onlar da kendilerine bakma zahmetine katlandıkları takdirde, defalarca kapatılma tecrübesi yaşamış ve artık muhtar bile olamayacakları ilân edilmiş bir kadronun yönetimindeki bir ülkede yaşadıklarını hatırlayacaklardır.

***

[1] Bunlar FETÖ tetikçisi kalemler tarafından ileri sürülen iddia ve ithamlar idi. FETÖ’nün içyüzü ortaya çıktı çıkmasına, ama zihinlerde ve gönüllerde bıraktığı manevî tahribat çeşitli şekillerde kendisini hâlâ belli ediyor. Bu tahribatın başlıca belirtilerinden biri de, diğer Müslüman cemaatlere yönelik, “Biz doğru yoldayız, onlar yanlış yapıyorlar” şeklinde, Bediüzzaman’ın talebelerini şiddetle sakındırdığı mağrurane bakış açısıdır.

***

Bu konudaki diğer yazımız:

İslâm âleminin ikiz kardeşleri