Tükürün zalimlerin hayâsız yüzlerine!

28 Şubat döneminde, Bediüzzaman ve Risale-i Nur’un zulüm karşısındaki tavrı ile ilgili olarak Akit gazetesinin Ümit Şimşek ile yaptığı ve 19-26 Temmuz 1998 tarihleri arasında sekiz gün süreyle tam sayfa olarak yayınladığı röportajın beşinci bölümü. Ramazan Gözübüyük sordu, Ümit Şimşek cevaplandırdı:

– 5 –

Bugünkü şartları biliyorsunuz. 28 Şubat süreci…

Benzer düşüncelere karşı Bediüzzaman’ın yazdığı muhtelif mektuplar ve bahisler vardır. Birkaç örnek zikredecek olursak:

“Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şüpheli baktıkları için, ehl-i dünyaya hoş görünmek için benden zahiren uzaklaşıyorlar, belki tenkit ediyorlar. Halbuki, kurnaz ehl-i dünya, bunların uzaklaşmasını ve benden çekinmelerini, o ehl-i dünyaya sadakate değil, bir nevi gösterişe, vicdansızlığa yorup o dostlarıma karşı fena nazarla bakıyorlar.

“Ben de derim: Ey âhiret dostlarım! Benim Kur’ân’a hizmetkârlığımdan uzaklaşıp kaçmayınız. Çünkü inşaallah benden size zarar gelmez. Eğer faraza musibet gelse veya bana zulmedilse, siz benden uzaklaşmakla kurtulamazsınız. O hal ile, musibete ve tokada daha ziyade hak kazanırsınız.”

“Canavar bir hayvana karşı kendini zayıf göstermek onu hücuma cesaretlendirdiği gibi, canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecavüze sevk eder. Öyleyse dostlar uyanık davranmalı, tâ dostların lâkaytlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler.”

“Zalim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını kat’î ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur. Hem o canavar, vicdansız zalime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye cesaretlendirir. Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cesedi bir şehid-i mazlum olur. Evet, tükürün zalimlerin hayasız yüzlerine!”

Bazı şeylere sessiz kalmak, görmezlikten gelmek…

Mümkün değil. Bediüzzaman, böyle birşeyin netice vermeyeceğini söylüyor ve diyor ki:

“Kardeşlerim, madem bir kısmın mâhiyetleri bu tarzdır; onlara, o kısma teslim olmak, bir nevi in­tihardır, İslâmiyetten pişman olmaktır, belki din­den sıyrılıp çıkmaktır. Çünkü o derece ilhadda ta­assup etmiş ki, bizim gibilerden yalnız teslimiyetle ve tasannu ile razı olmuyorlar. ‘Kalbini ve vicda­nını bırak, yalnız dünyaya çalış’ derler. İşte bu vaziyete karşı inayet-i Rabbâniyeye dayanıp me­tanet ve sabır ve tevekkül ederek dört sandık Ri­sale-i Nur eczaları o merkeze yetişip, kuvvetli ha­kikatlerle galebe çalmasına dua etmekten başka çare yoktur. Biz birbirimizden çekinmekle ve gü­cenmekle ve Risale-i Nur’dan çekilmekle ve on­lara teslim ve hattâ iltihak etmekle fayda verme­diği şimdiye kadar tecrübe edildi.”

İşte, böyle bir durum karşısında yapılması gerekeni, Bediüzzaman net bir şekilde söylüyor: inayet-i Rabbaniyeye dayanmak. Sadece ve doğrudan doğruya Allah’ın yardımına dayanıp metanet, sabır ve tevekkül ederek, eğer eserler müsadere edildiyse, daha fazlasını oraya göndermek… Yine hizmetini yapacaksınız, yine ulaştıracaksınız, yine neşredeceksiniz. Netice için ise yalnız Allah’a dua edeceksiniz. Bir defa, kesinlikle teslimiyet yoktur bu satırlarda. Kur’ân’a teslimiyet ise, yan gelip yatarak bir teslimiyet değil, aktif bir teslimiyettir. Âyet-i kerimede geçtiği gibi, “Siz Allah’a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder.” Yani, önce biz, kendi kaderimize yardım etmeliyiz.

Afyon hapsindeki bir mektubunda da, ehl-i dünyanın, kendilerini “cemiyetçilikle” itham ettiğini söyler Bediüzzaman. Halbuki onların anladığı mânâda bir cemiyetçilik yoktur ortada. Fakat Üstad bundan çok farklı bir sonuç çıkarır. “Demek, bu zamanda ehl-i imanın birliğine pek çok ihtiyaç varmış ki, kader bizi burada topladı,” der. “Ehl-i dünya ‘Siz cemiyetsiniz’ der, zulmeder. Kader ise, ‘Neden lâyıkıyla bir cemiyet olmadınız?’ diye bizi tokatlar, adalet eder.”

Bediüzzaman, “Biz birbirimizden çekinmekle ve gücenmekle ve Risale-i Nur’dan çekilmekle ve onlara teslim, hattâ onlara iltihak etmekle fayda vermediği şimdiye kadar tecrübe edildi” diyor.

Yani, İslâma karşı, Müslümanları tavize zorlayan, inançlarını yaşamasını engelleyen durumlar ortaya çıktığı zaman veya yöneticiler tarafından bir haksızlık yapıldığı zaman Bediüzzaman’ın buna sessiz kalmayacağını mı gösteriyor bütün bunlar?

Sessiz kalıp kalmama konusunda şunu ayırd etmek lâzım: Bediüzzaman’ın bir müsbet hareket ilkesi vardır. Fakat bu ilke, haksızlığa boyun eğme yahut haksızlık karşısında kayıtsız kalma şeklinde anlaşılabilecek bir ilke değildir. Bu, sokağa dökülüp anarşi çıkarmamak, fiilî hareket ve isyan ve ihtilâl gibi yollara başvurarak zalimin yanı sıra pek çok mâsum insanın da zarar görmesine yol açmamak; fakat şartlar ne olursa olsun iman dâvâsından ve Kur’ân hizmetinden geri durmamak ve taviz vermemek şeklinde özetlenebilir. Bediüzzaman’ın şöyle bir sözü vardır: “İtaat etmiyoruz, fakat isyan da etmiyoruz.” Meselâ Türkçe ezan konusunda, “Biz buna itaat etmiyoruz ve bununla amel etmiyoruz” demiş, kendi mescidinde, kendi talebeleriyle beraber ezanı ve kameti asıl şekliyle okumaya devam etmiştir. Ama sokağa dökülüp bir isyan da çıkarmamıştır. İsyan olmayınca, ayaklanma olmayınca, sen beni neyle suçlayacaksın diyor. İtaat etmemek başka, isyan etmek bütün bütün başkadır diyor ve muhaliflerin her zamanda, her idarede bulunduğunu söylüyor. Hazret-i Ömer zamanında pek çok Yahudi var, Hıristiyan var; bunlar şeriatı kabul etmeyen kimseler. İngilizlerin idaresinde, Pakistan ve Hindistan’da kendilerine muhalif kitleler vardı. “Onların müsamaha ile baktıkları şeye, siz hangi cesaretle karşı çıkıyor ve bu hakkı bize vermiyorsunuz?” diyor.

Bediüzzaman TBMM’yi namaza davet etmişti. Bugün yaşasaydı yine bu daveti yapar mıydı? İrtica yasaları söz konusu; inançlı insanların üzerinde bir büyük baskı var. Çıkıp bir beyanname yayınlar mıydı?

Bu baskılar karşısında sessiz kalacağını tahmin etmek mümkün değil. Belki böyle bir ortamda yazacağı mektuplar birkaç cildi doldururdu. Keşke olsaydı, yazsaydı da biz de örnek alsaydık diye zaman zaman düşündüğüm oluyor, ama bir açıdan baktığımda da çok fazla bir eksiklik göremiyorum. Çünkü biz mevcut olandan yeterince istifade edemiyoruz. Bugünün hayatında yaşamış bir Bediüzzaman var. Bizim bugün çektiğimiz sıkıntılardan daha şiddetlisini çekmiş ve bir hizmet tarzı ortaya koymuş bir Bediüzzaman var. Biz bunu anlamaktan âciz kalırsak eğer, fazladan yazacağı birkaç cilt mektuptan ne ölçüde istifade edecektik, onu da bilemiyoruz. Bundan da ötede, elimizde bir Kur’ân var. Onu ne ölçüde anlıyor, ne ölçüde uygulayabiliyoruz? Hal ve hareketlerimizde ilk önce Kur’ân’a bakıp ona göre kendimiz için bir yön çizmemiz gerekirken, önce yönümüzü çizip sonra ona—gerekirse—Kur’ân’dan  delil arama yoluna gitmiyor muyuz çoğu zaman? Bu konuda ciddî eksiklerimiz var. Bu eksiklerimiz dururken, “Bediüzzaman şunu yazar mıydı, bunu yazar mıydı?” diye düşünmeye kendimizi çok fazla lâyık görmüyorum. Önce elimizdekini bir değerlendirelim.

Anlaşılan, gerek kişisel olarak, gerek cemaatler olarak, Bediüzzaman’ı yeterince tanımıyoruz. Üstadı değişik şekilde anlama söz konusu. Cemaatler bazında baktığımızda da farklı farklı görüşler var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bediüzzaman’ın yeteri kadar tanınmadığı bir vakıa. Ama cemaatlerin, grupların hareket tarzlarını teker teker ele alıp değerlendirmek de tabii ki bana düşmez. Daha ziyade ben ne ölçüde onu tanıyabiliyorum, tanıdığımı tanıtmak için ne yapabiliyorum? Benim zihnimi daha çok bunlar meşgul ediyor. Ama cemaatlerin içinde, Üstadın yeteri kadar tanınmamasından, yahut yanlış tanınmasından ıztırap duyan pek çok kimse var. Bu ıztırap kendisini hissettiriyor. Şurası bir gerçek ki, Üstad yeteri kadar tanınmıyor. Ve onun hizmetleri, Risale-i Nur hizmeti ve iman dâvâsı, yeteri kadar takdir edilmiyor.

[Devam edecek]

***

Bundan önceki bölümler:

http://www.yazarumit.com/o-kuranin-adami/

http://www.yazarumit.com/butun-cozumler-kuranda/

http://www.yazarumit.com/o-haksizlik-karsisinda-hicbir-zaman-susmadi/

http://www.yazarumit.com/furuat-sozu-bir-mugalatadir/