SINIRSIZ YORUMLARIN AMACI

.
PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN

 

Emr-i bi’l-ma’rûf imiş ihvân-ı İslâm’ın işi,

Nehyedermiş bir fenalık görse kardeş kardeşi.

Mehmed Âkif Ersoy

Ümmeti peygamberinden uzak düşürme çabaları önce dış kaynaklı olarak siyasi alanda hilafet kurumunu sonlandırmakla (3 Mart 1924) ortaya çıkmış ve büyük bir itibar ve itimat kaybına sebep olmuştur. Koskoca ümmet bünyesi, çok parçalı ve uzlaşmaz sosyal yapılar halinde sun’i sınırlar arkasında yaşamaya mahkum edilmiştir.  Bu çok parçalı ve irtibatsız yapı bulunduğu coğrafya itibariyle sahip olduğu ekonomik  imkanlar sebebiyle sürekli ve kolayca işgal edilmekte ve fitne sahnesine dönüştürülmektedir. Merkezi otoriteyi temsil eden ortak bir başın mevcut olmayışı bu olumsuz gelişmeyi oldukça kolaylaştırmaktadır.

Sosyolojik olarak ümmet bünyesinin bu parçalı ve sancılı yapısı, ümmet düşmanlarını tatmin etmemiş olmalı ki ümmetin bilgi, bilinç, kültür ve gönül olarak, kendisine kimlik kazandırmış olan Hz. Peygamber ile kültürel ve duygusal ilgisini sıfırlayacak girişimlere sevk etmiştir. Bilimsel görünümlü bu girişimler, belli bir süreden beri müsteşrikler öncülüğünde yürütülmeye ve yönlendirilmeye çalışılmaktadır. O kadar ki kelime-i tevhid’in ikinci cümlesini (Muhammedü’r-resûlullah) gerekli görmeyen iddialar bile ortaya atılabilmektedir. Bütün bu olumsuzluklar şimdilerde ne yazık ki bir kısım yerli Müslüman ağız ve kalemlere de sirayet etmiş bulunmaktadır.

Özellikle son zamanlarda yoğunlaşmış bulunan  Sünnet-i seniyye’nin bilgi ve belgelerine yönelik bilimsellikten uzak, sahiplerinin heva ve heveslerini ölçü alan eleştirilerin ve sınır tanımayan yorumların elde edeceği sonuç, Hz. Peygamber ile ümmetinin arasını soğutup ayırmak ya da ümmeti bir anlamda peygambersiz bırakmaktır. Biliyorum bu ağır bir tespittir. Ne var ki, İngiliz Sömürgeler Bakanı Gladstone’un (1809-1898) Avam Kamerasında söylemiş olduğu “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp edip bu Kur’an’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” sözünü hatırlayıp bu ümmeti nelerden soğutma planlarının yapıldığını düşünmek ve dolaylı da olsa -ne başlangıç ne de sonuç olarak- Batılıların düşünce ve planlarına paralel yol ve yöntemlere itibar etmemek gerekmektedir.

YORUMLARDAKİ ÖLÇÜSÜZLÜK CİNAYET SEVİYESİNDE

Hemen her hafta çeşitli medya araçlarında arz-ı endam eden pervasız  ve cüretkar yorumlardaki ölçüsüzlüğü anlatmak için başka bir değerlendirme yapmak, işlenen cinayet karşısında hafif kalır. Hele  de bu cinayeti işleyenler unvanlı-unvansız ilahiyatçılar ise, önce anlamak sonra da tahammül etmek fevkalade zordur. Dillendirdikleri kimi kuşkuların ortaokul/İmam-hatip seviyesine inmiş olması herhalde onları memnun etse de ümmetin gelecek yılları için büyük bir felâketi işaret etmektedir.

Kültür kaynaklarımıza ve geçmiş ulemanın gayret ve eserlerine karşı “acımasız” denilebilecek usul ve insaf eksikliği ile malul yaklaşımlar sergilemekte sakınca görmeyen hatta bundan vahşi bir zevk aldıkları belli olan kimi ağız ve kalemler, kendi gayretlerini kutsarken, en az geçmiştekilerin de çalışmalarında belli bir sorumluluk duygusunu yeğlemiş oldukları gerçeğini görmezden gelmektedirler.

YOK SAYILAN ULEMA VE İLİM DALLARI

“Ümmetin emanetleri” demek olan Sünnet’e ait bilgi ve belgelerin aslına uygun olarak korunması, anlaşılması  ve yorumlanması faaliyetlerinde kitaplık çapta emek sarf etmiş ulemanın en az günümüzdekiler kadar hassas ve hasbi davranmış olduklarını/olabileceklerini kabul etmemek için geçerli herhangi bir sebep bulunmamaktadır. Kasıtlı üretimde bulunanlar olmuşsa, onlar ve yapıp ettikleri amansız bir bilimsel tespit ve temizlikten geçirilmeye çalışılmış, cerh ve ta’dil gibi özel ilim dalları, uydurmacılar ve hadis diye uydurdukları sözler ile ilgili eserlerden oluşan mevzuât edebiyatı  diye kültür tarihimizde yerini alan edebi bir tür meydana getirilmiştir. Üstelik bu faaliyetler, özelde sünnet-i seniyyenin genelde dinin korunması niyeti ve derin bir sorumluluk duygusuyla yapılmıştır.

ÜMMETİ PEYGAMBERİNDEN SOĞUTMA ÇABALARI

Günün ihtiyaçları açısından kaynaklarımıza müracaat edilmesine engel olacak herhangi bir kural söz konusu değildir. Yeter ki bu ihtiyacı hissedip başvuranlar bilimsel yöntem ve Müslümanca yaklaşımı yeğlesinler. Yanlışı ve hatayı  usulüne uygun olarak tespit ve teşhir etmek her zaman için mümkündür. Ancak herhangi bir yanlışı genelleme yöntemi ve söylemi doğru değildir. Buradan doğacak genel bir güvensizlik, neticede ümmet ile ümmetin başı arasında bulunması gerekli saygı-şefkat ve uyum çizgisine zarar verir. Bundan da hiç kuşkusuz, aydınlatıldığı ve hizmet edildiği iddia edilen ümmet ve risalet kurumu  zarar görür. Böyle bir cinayete sebep olmanın ağır vebali de ona vesile  olanlara kalır.

Nakil ve rivayet usul ve kurallarına göre Hz. Peygamber’e nispetinde şüphe bulunmayan hadis-i şeriflerin bile bu konu “Kur’an’da yok” diye dikkate alınmaması, Sahih hadislerin “haber-i âhad” olmaları gerekçesiyle reddedilip hemen her konuda “mütevatir hadis” aranması, zaman zaman “Efendimiz böyle bir şey söylemez” diye Hz. Peygamber’e rol biçme girişiminde bulunulması, “ümmeti peygamberinden soğutma ve uzak düşürme” çabalarının yansımalarıdır.

ÂLİM VE ÂDİL KİŞİLERDEN BEKLENEN EYLEM

Peygamber Efendimiz ile ümmeti arasını soğutma ve ayırma anlamında bir teşebbüs herhangi bir Müslüman’ın işi olamaz. O halde düşünce, duygu ve davranış olarak bir bütün halinde, peygamber emanetlerine sahip çıkmak, bu noktada ümmet arasında bir ayırıma gitmeden “mâ ene aleyhi ve ashâbî = Ben ve ashabımın yolu üzerinde olanlar” beyanı çerçevesinde, daha açıkçası, ehl-i sünnet ve’l-cemaat/ Kitap ve Sünnet çizgisinde kalmaya bakmak ve onların sorumluluk bilinciyle çalışmak gerekmektedir. Zira ümmetin ana gövdesi bu çizgide yaşayanlardan oluşmaktadır. Pek tabiidir ki kimilerinin fütursuzca yaptıkları gibi  çok zayıf hatta uydurma rivayetleri ehl-i sünnet ve’l-cemaate mal ederek savunmaya kalkmak da sözünü ettiğimiz “Peygamber ile ümmeti arasını soğutma ve ayırma” hedefine hizmet eden “sınır tanımayan yorumlar“a farklı açıdan katkıda bulunmak anlamındadır.

Oysa bir hadis-i şerifte işaret buyrulduğu gibi, cahillerin yorumları, karıştırıcıların alıntıladıkları ve aşırıların bozdukları (تَأْوِيلَ الْجَاهِلِينَ , وَانْتِحَالَ الْمُبْطِلِينَ , وَتَحْرِيفَ الْغَالِينَ)  her devirde karşı çıkılması ve ortadan kaldırılması alim ve adil kişi ve kesimlerden beklenen eylemdir.[1]

Tek kelime ile karşılığı i’tidal demek olan sünnet-i seniyyenin kavranması, yaşanması ve anlatımında ifrat ve tefritten uzak mutedil ve bilimsel bir yaklaşım ve üslubun sergilenmesi, ümmetin en tabii beklentisi ve hakkıdır.

Rahimellahu imreen arefe kadrehu ve lem yeteadde tavrahu. “Değerini/gücünü bilen ve haddini aşmayan kimseye Allah rahmetiyle muamele etsin.”

[1] Bk. Beyhaki, es-Sünenü’l-kübra X, 354;Hadis için el-Albâni “Sahih” demiştir (Bk, Suheyb Abdülcebbar, el-Camiü’s-sahih li’s-sünen ve’l-mesânid, VIII, 248).

***

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan’ın diğer yazısı:

http://www.yazarumitsimsek.com/ihtiyata-cagri/