Zor zamanlarda Risale-i Nur’u savunmak o kadar zor olmuyor. Risale-i Nur’un muhtevası zaten başka bir savunmaya ihtiyaç bırakmadan kendi kendilerini müdafaa eden iman ve Kur’ân hakikatlerinden ibaret olduğundan, o zorluk zamanlarında onu savunmak için ağzını açabilecek kadar cesarete sahip olmaktan başka pek az şeye ihtiyaç duyuluyor.
Asıl güçlük, Risale-i Nur’un rağbet gördüğü ve savunulmaya da hiç ihtiyacının olmadığı zamanlarda ortaya çıkmaktadır. Zira böyle zamanlar, Risale-i Nur üzerinden maddî veya manevî kazanç sağlama heveslerinin depreştiği zamanlar olduğu gibi, bilen veya bilmeyen herkesin gelişigüzel konuştuğu ve akılsız dostların akıllı düşmanları mumla arattığı zamanlardır.
Bugün Risale-i Nur, yasaklanmak bir yana dursun, devletin en yüksek seviyedeki ilgi ve itibarına mazhar oluyor. Bediüzzaman’ın adı, ülke yöneticilerinin dilinden düşmüyor. Bediüzzaman’ın en büyük hayallerinden biri olan, Risale-i Nur’un devlet himayesine alınması ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanması gerçekleşmiş bulunuyor. Gazetelerde Bediüzzaman’dan ve Risale-i Nur’dan bahseden beş on tane yazının yayınlanmadığı bir gün geçmiyor.
Fakat bu durum, Risale-i Nur’a gönül veren insanların şevkini arttırırken, öteden beri ona karşı içten içe bir kıskançlık hissi besleyenlerin de hasetlerini tahrik ediyor. Ve bu hasetler, gün yüzüne çıkmak için ufak bir kıvılcım bekliyor.
Bu kıvılcımı da, sağolsunlar, düşmana hiç ihtiyaç bırakmayan dostlarımız onlara uzatıyorlar.
İşte, bir müddettir yine bilim adamı görüntülü bazı ekranperest zatlar, belli bir merkezden ellerine verilen kâğıtlardan okudukları derme çatma iddialarla Üstad’ı ve Risale-i Nur’u gözden düşürmeye çabalıyorlar. Bu iddiaların merkezinde de, Üstad’ın mehdî olmadığını ispatlama gayreti var. Neden?
Mehdîlik meselesi bazı dostlarımızın dilinden düşmüyor da ondan! Bu dostlarımız, Üstad’ın seyyid ve beklenen Mehdî olduğunu ispat etmek ve buna dair hergün yeni bir delil keşfetmekle Risale-i Nur’a hizmet ettiklerini sanıyorlar. Gerçekte ise, Risale-i Nur muhaliflerine, eskiden beri sinelerinde gizledikleri şeyi açığa vurarak hep birlikte saldırmaları için mazeret üretmekten başka bir iş yapmış olmuyorlar.
Çünkü mehdîlik makamı bir tane, ona talip olanlar ise pek çoktur. Üstad, “Eskiden beri ve şimdi de çok safdil ve makamperest zâtlar, Mehdi olacağım diye dava ederler” diyor. Durum eskiden beri böyle iken, zamanımızda ise şöhretperestlik ve makamperestlik hevesleri tavan yapmış, buna paralel olarak da mehdî sayısında bir patlama görülmüştür. Artık ne tarafa baksanız, kendi şeyhine, hocasına, üstadına veya büyüğüne mehdî gözüyle bakan bir toplulukla karşılaşırsınız. Mürşidlerine mehdî gözüyle bakan kimseler, eğer Ehl-i Sünnet çizgisinde iseler, bu mübalâğalı zanları onlar hakkında mazur görülebilir. Fakat mehdîlik iddiasının, artık çıplak karılarla göbek atıp çeşitli maskaralıklar sergileyerek sözümona irşadda bulunan adamların diline kadar düştüğü bir zamanda yaşıyoruz. Böyle bir ortamda “Mehdî o değil budur” anlamına gelen iddialarla ortaya çıkmanın Risale-i Nur gibi hiçbir maddî ve manevî makama âlet olmayan en yüksek seviyedeki bir iman ve Kur’ân hizmetinin vakar ve ciddiyetine yakışmayacağı aşikârdır.
Bediüzzaman Hazretleri de mehdîlik iddiasını ortaya atmanın Risale-i Nur hizmetine fayda değil zarar vereceğini müteaddit mektuplarında dile getirerek uyarılarda bulunmuştur. Sikke-i Tasdik-i Gaybî’nin başında yer alan böyle bir mektubunda, bu tür iddiaların
– Risale-i Nur’un hakikî ihlâsına ve hiçbir şeye, hattâ manevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmaması şeklindeki prensibine zarar vereceğini,
– siyaset mânâsını ihsas edeceğini,
– hodfuruşluk mânâsını hatıra getireceğini,
– şan, şeref, makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını göstereceğini,
– ehl-i siyaseti evhama düşürüp Risale-i Nur’un neşrine zarar vereceğini açıkça bildirmektedir.
Gerek bu mektuplar, gerekse Üstad’ın ve talebelerinin hizmet ve hareket tarzları meydanda iken ve bütün Nur talebeleri tarafından çok iyi bilinmekte iken, bir kısım şakirtlerin Üstad’dan daha fazla Üstadcı kesilerek hamiyetlerini Üstad’ın mehdiyetini ilân etmek maksadına sarf etmelerini hüsnüniyetle yorumlamakta bir hayli zorlanıyoruz.
Aslında onlar bu hareketleriyle Risale-i Nur’a ve Üstad’a bir hizmette bulunmuş olmuyorlar, bilâkis muhalefet üretiyorlar. Çünkü onlar Bediüzzaman’ın mehdî olduğuna dair deliller ileri sürerken, mehdîliği kendisinde bilen cemaatler de Bediüzzaman’ın mehdî olmadığına dair deliller toplamaya kendilerini mecbur hissediyorlar. Fakat iddialar sadece mehdîlik makamının şartlarıyla sınırlı kalmıyor; yersiz ve mesnetsiz yakıştırmalar, hattâ tahrifatlarla, Bediüzzaman’ı ehl-i imanın gözünde küçük düşürmeye mâtuf deliller üretme çabalarına kadar varıyor. Söylemeye lüzum yok, bütün bunların manevî sorumluluğunu da, Üstad’ın mehdiyetini ilân ederek şanına şan katacağını düşünen safdil dostlarımız üstleniyorlar. Zira Allah ve Resulü, böyle durumlarda sorumluluğu, ilk olarak tahrik edenin üzerine yüklemiştir:
“Onların Allah’tan başka yalvardıkları ilâhlarına sövmeyin ki, onlar da bilgisizce hadlerini aşıp Allah’a sövmesinler.” (En’âm, 6:108.)
Peygamberimiz (a.s.m.) birgün “Kebairin en büyüklerinden biri de kişinin kendi anne ve babasına lânet etmesidir” buyurmuştu.
“Yâ Resulallah, kişi nasıl olur da kendi anne ve babasına lânet eder?” diye soruldu.
Resulullah buyurdu ki:
“Kişi başkasının babasına söver, o da onun babasına söver; onun annesine söver, o da onun annesine söver.” (Buharî, Edeb: 4; ayrıca bkz. Müslim, İman: 146.)
***
Üstad’a muhalefet ederek Risale-i Nur’a hizmet edilmez. Kâinatta maddî ve manevî hiçbir şeye âlet edilmeyen bu iman dâvâsı, her türlü makam ve ünvanın üzerindedir. Allah’ın rızasına talip olanın hiçbir makama ve ünvana ihtiyacı olmaz. Risale-i Nur müellifi de, talebeleri de, Allah’ın rızasını kâinattaki herşeyin üzerinde bir makam olarak görmüşler ve başkaca birşeye ihtiyaç duymamışlardır. Onu maddî veya manevî makam ve rütbelerle anmak suretiyle Risale-i Nur’a hizmet ettiğini sananlar, eğer hizmet iddialarında samimî iseler, artık bu hatâlarını görmeli ve iyilik yapıyorum zannıyla Risale-i Nur’a düşman üretmekten vazgeçmelidirler.
***
İlk yayın tarihi
8 Aralık 2015