Son zamanlarda yoğun şekilde karşılaştığımız ve bu sütunlarda da birkaç defa dikkat çektiğimiz bazı vak’alar, Risale-i Nur cemaatleri içinde olmasa da, kendilerini Risale-i Nur ile ilgili gösteren bazı topluluklar içinde ciddî bir ahlâk ve edep probleminin yaşanmakta olduğuna dair işaretler veriyor.[1]
Toplumun genelinde böyle bir durumla karşılaşmak şaşırtıcı olmayabilir; fakat Risale-i Nur okuyan ve hattâ çeşitli vesilelerle durumdan vazife çıkarıp Risale-i Nur’u herkesten fazla bir hararetle savunur görünen kimselerde gözlenen bu keskin ahlâk düşüşü, insanı hayret içinde bırakıyor:
Şimdiye kadar girdiği bütün toplumlarda daima edep, ahlâk ve fazilet timsali talebeleriyle temayüz etmiş olan Risale-i Nur, nasıl oluyor da bugün bu acı meyveleri verebiliyor?
Risale-i Nur’a aşina olan herkes, böyle bir ahlâk sukutunun bu eserlerden kaynaklanamayacağını bilir. Tarihçe-i Hayat’ta da ifade edildiği gibi, insanlık bu eserler ile onun müellifinde “asalet ve necabetin, ahlâk ve faziletin ve bilhâssa yüksek imanın bütün göz kamaştırıcı enmuzeclerini temaşa etmiş”; bir talebesinin mahkeme müdafaasında belirttiği gibi, “dinî, ahlâkî, içtimaî dersleriyle her müslim okuyucusunu kurtaran bu eserlere insanlar tehzib-i ahlâk için musırrane talip olmuşlardır.”
Aslında, ayrıca vurgulanmasa dahi, güzel ahlâk, iman derslerinin tabiatında var olan bir özelliktir. Risale-i Nur’un tahkikî iman derslerini ruhuna sindirmiş bir insan, Esmâ-i Hüsnânın bir tecellîsinden ve Kâinat Efendisinin güzel ahlâkının bir yansımasından ibaret olan ahlâk ve edep derslerini, tıpkı yemeğin içindeki protein yahut vitamini alır gibi, o derslerle beraber alır. Zira, Zübeyir Gündüzalp’in dediği gibi, “ahlâk, edep ve terbiye gibi en yüksek meziyetlere sahip olabilmek için, kuvvetli bir imana sahip olmak lâzımdır.” Buna göre, iman ve ahlâk, birbiriyle mütenasiben gelişir veya zayıflar. Bunlardan birinin kuvveti diğerine de güç kattığı gibi, birinde görünen zaaf, diğerinin de zaafına delil olarak düşünülebilir.
***
Risale-i Nur’un okuyanlara yüksek bir ahlâk ve edep kazandırdığı sayısız misalleriyle ve bu arada Üstad’ın hizmetinde bulunmuş insanların mümtaz halleriyle sabit bir gerçek iken, yine Risale-i Nur okuyan ve hattâ onu herkesten fazla bir hamiyetle savunur görünen bir kısım kimselerde, en âmî bir insanın bile yüzünü kızartacak derecede edepsizlik ve hayâsızlık vak’alarının görülmesi günlük hadiseler sırasına girmişse, bunun sebebini, doğrudan doğruya o kişilerin tabiatında aramak gerekir. Kur’ân-ı Kerim’in ikazları da bu yöndedir.
Eğer bir kitaba muhatap olmak ve onu okumak, onun edebiyle edeplenmek için tek başına yeterli olsaydı, Kur’ân, kendisini okuyan o kadar kimsenin dalâletine sebep olmazdı. Bizzat Kur’ân-ı Kerim, kendisi için, “Kalplerinde hastalık bulunanların da pisliğine pislik katar” buyurmaktadır (Tevbe, 9:125). Güneşin durumu da böyle değil midir? Onun ışığı yere ulaştığında, bir tarafta rengârenk çiçekler açar, diğer tarafta da müteaffin maddeler kendi tabiatlarının icabını yaparak çürür ve etrafa pis kokular saçar.
***
Şimdi biz de güya Risale-i Nur’dan ders aldığını sanan, üstelik Nur’un müdafaasında – fakat rahat zamanlardaki müdafaasında! – mangalda kül bırakmayan, kendilerinden farklı düşüncedeki kimseleri de Nur’a hıyanetle suçlamakta hiç kusur etmeyen bir nevi Haricîler güruhunun zuhuruna şahitlik ediyoruz. Şu farkla ki, eski Haricîlerden rivayet edilen hadiseler arasında o kadar şiddetlerine rağmen küfürbaz olduklarına dair bir bilgimiz olmadığı halde, Nur mesleğinin Haricîleri, ancak sokak berduşlarının dillerinden işitebileceğiniz cinsten küfürleri vird edinmiş gibidirler ve eleştiri içeren her türlü yazışmalarının başında, ortasında ve sonunda hamdele-salvele yerine bu sövgü lâfızlarını istimal etmektedirler! Sövmenin madde bağımlılığı gibi bir iptilâ teşkil ettiğini görmek isteyenler, bu Haricî taifesini küfrederken dinlesin veya okusunlar; bundan aldıkları hazzı açıkça göreceklerdir.
***
Bu kadar şiddetli bir küfürbazlığın başka bir cemaatte değil de Risale-i Nur talebeleri arasında görülmesinin sebebini de yine Risale-i Nur’daki tahkikî iman derslerinin yüksekliğinde aramak gerekir. Çünkü bu sukut, çok yüksek bir yerden düşüş demektir ve çakılışı da o yükseklikle mütenasip bir çakılış olacaktır. Fakat bu derslerin o yüksek kulesinden düşmek de kolay bir iş değildir; bunun için kişinin özel bir gayret göstermesi gerekir. Yoksa, Risale-i Nur, kendisine halis bir niyetle ve sadakatle bağlanan kimseyi kolay kolay bırakmaz; çoğu zaman onun çekimi, yerçekimine galebe eder. Burada, düşüşe yardım eden birtakım faktörler olmalıdır ki, bu faktörler arasında, aile terbiyesinin önemli bir yer işgal ettiğini düşünüyoruz. Çünkü çocukluğunda sağlam bir aile terbiyesi almış olan bir kimse, hayatının ilerideki dönemlerinde ne kadar çetin şartlar ve yaman düşmanlıklar karşısında da kalsa, babası yahut dedesi yaşındaki edep ve efendilik timsalî Üstad yadigârlarına sövecek ve onlara – hâşâ – edep dersi vermeye yeltenecek seviyede bir yozlaşmanın zebunu olamaz. Bütün anne ve babaların bundan alacakları bir ders vardır:
Eğer evlâtlarınızı yarın böyle bir durumda görmek istemiyorsanız, ne yapın yapın, onları kuvvetli iman derslerinin yanı sıra sapasağlam bir aile terbiyesiyle teçhiz etmeye bakın. Hadis-i şerifte de “Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz” buyurulmuştur (Tirmizî, Birr: 33).
***
Bugün bir problem olarak karşımızda var olan küfürbazlara gelince, onlar hakkında alınacak iki tane tedbir vardır: teşhir ve karantina.
Bazı dostlarımız bunların hiçbir şekilde muhatap alınmaması gerektiğini düşünebilirler. Fakat fitne gizli kaldıkça yayılma istidadını gösterir. Hele bir de bugünküler gibi ipleri başkalarının elinde ise ve onları yönlendirenler bu işin mühendisliğini çok iyi bilen kimseler ise, Nur cemaatleri içinde fitne ve fesat çıkarmak için bu kimselerin müessir birer âlet olarak kullanılmaması için hiçbir sebep yoktur. Gerçi bunlar muhatap alındıkça var olduklarını hissedecekler ve bundan pek çok hoşlanacaklar, hattâ daha da azıtacaklardır. Fakat insanları onlar hakkında uyarmadığınız takdirde, özellikle dindar insanlar ve Nur talebeleri gibi başkalarına hüsnüzanla bakmayı ilke edinmiş kimselerin ekseriyeti, Risale-i Nur’u bu kadar hamiyetle savunan kimselerin içlerinde bu kadar büyük bir kötülük gizlemiş olabileceklerine ihtimal veremez. Daha da kötüsü, bunların habis lisanı örnek teşkil eder ve yarın öbür gün pek çok saf insan bu ağzı bozuk taifeyi okuya-dinleye küfürbazlığı sadece kanıksamakla kalmaz, onu bir de hizmet modeli olarak benimseyebilir!
İşte bu yüzden, her türlü riskine rağmen, bu nevzuhur Haricîlerin isim isim teşhir edilmesi ve bununla da iktifa edilmeyip kesin bir şekilde tecrid edilmesi gerekir, tâ ki etrafa bulaştırabilecekleri virüsün zararı sınırlı kalabilsin. Yoksa, böyle bir edepsizlik furyası karşısında bugün yeteri kadar hassasiyet göstermezsek, yarın arkamızdan bize gönderilecek bedduaların – Allah korusun – gerekçesini hazırlamış oluruz.
[1] Bazı örnekler için bkz:
http://www.yazarumit.com/edepsizin-edebi/