Bir âyet
“Kötülüklerinden vazgeçen ve inanmış olarak iyilik yapanların kötülüklerini Allah iyiliklere çevirir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”
Furkan, 25:70
Bir hadis
Cahiliye döneminde kızını toprağa gömen babaya Resulullahın verdiği öğüt:
“Allah Cahiliye döneminde yapılanları bağışlamıştır. Sen şimdi iyilik yapmaya bak.”
Darimî, Mukaddime: 1
Her mü’minin önünde muazzam bir imkân var: Günahlarını sevaba çevirip onlar sayesinde Cennet kapılarını açabilir.
ÜMİT ŞİMŞEK
İstesek de, istemesek de hepimiz bir yarışın ortasındayız. Kim daha fazla iyilik veya kötülük biriktirerek bu yarışı tamamlayacak? Hayatın en can alıcı sorusu işte burada karşımıza çıkıyor.
Bir taraftan baktığımızda, hayat, insanı kötülüklere çağıran ve çoğu zaman da kötülüğü cezalandırmadan bırakan özellikleriyle, ağırlığını kötülükten yana koymuş görünüyor. Ancak bu, manzaranın yüzeysel bir bakışla görünen kısmıdır. Allah’ın ve Resulünün bildirdiklerine kulak verdiğimiz zaman ise, bunun tamamen tersi bir manzarayla karşılaşıyoruz:
Bir hikmet, rahmet ve kerem eli, terazilerin iyilik kefesine sürekli olarak ağırlıklar yerleştiriyor. Bunun sonucunda, küçük ve önemsiz iyilikler, nice kötülüklere ağır basacak kadar büyüyor.
Bu ağırlıklardan birisi, iyiliklere, kötülüklerden farklı olarak, kat kat fazla ödül yazılmasıdır. “Allah'ın huzuruna bir iyilikle gelene, onun on katı sevap vardır. Kötülükle gelen ise sadece onun misliyle ceza görür; hiç kimseye haksızlık edilmez” meâlindeki âyette bu müjdenin asgarî seviyesi bildirilmiştir. Daha başka âyet ve hadislerde ise, ödülün yüzlerce misline çıkabildiğini, hattâ Allah’tan başkasının bilemeyeceği kadar katlandığını bildiren müjdeler vardır.
Ödül fazlalığının yanı sıra, Kur’an bize öyle bir ilkeyi ders verir ki, bu sadece birtakım kötülüklerin bağışlanmasına yol açmakla kalmaz, hayatı baştan başa iyilik ve güzelliklerle süslemek için insanın eline her an ve her yerde sayısız fırsatlar sunar. Bu ilke, Hûd sûresinin 114. âyetinde “İyilikler kötülükleri giderir” ifadesiyle yer almıştır.
İşte bu İlâhî müjdeler, tövbenin de, bağışlanmanın da açık adresini bize veriyor. Bu adreste biz geçmişe takılıp kalmak ve daha verimli bir şekilde kullanılabilecek enerjiyi dövünüp durmalarla tüketmek yerine, sürekli şekilde iyilikler üreterek dünyayı güzelleştirmenin formülünü buluyoruz.
Ancak burada kötülükle iyilik arasında, ilk bakışta bizi karamsarlığa düşürebilecek bir dengesizlik karşımıza çıkıyor. Fakat bu da bizi günahlarımızdan daha fazla iyilik yapmaya sevk ediyor. Şöyle ki:
İyilikler kötülükleri giderir; bu genel bir kaidedir. Ancak bütün iyilikler de, bütün kötülükler de aynı değerde olamaz. Onun için, bu genel kuralı uygularken ilk olarak dikkate almamız gereken şey, telâfi edilmesi gereken kötülüğün ve onu kapatacak olan iyiliklerin mahiyeti ve miktarı olmalıdır.
Beşerî ilişkilerde bu gerçeğin pek çok örneğini görebiliriz. Meselâ aile içi tartışmalarda söylenen bir sözün bir güzel sözle telâfi edilemediğini hepimiz hayatımızda tecrübe etmişizdir. Sözden söze fark olmakla beraber, yapılan bazı araştırmalar, ortalama olarak bir kötü sözün dört veya beş güzellikle telâfi edileceğini gösteriyor. Bundan da şu sonuç çıkıyor:
İşlediğimiz bir günahı bir değil, birçok iyilikle ancak telâfi edebiliriz.
Bu önemli noktayı dikkate alıp da işlediğimiz kötülükleri daima o kötülükten daha fazla iyilikle telâfi etmeyi ilke edinecek olursak, sonuç her zaman iyilik lehine çıkar. Yani, kötülüğü işledikten sonraki iyilik-kötülük dengesi, işlemeden önceki iyilik-kötülük dengesinden daha fazla açılmış ve iyilik – o kötülük sayesinde – hayatımızı daha büyük oranda kaplamış olur.
İşte bu sonuç, her bir günahkârı bir iyilik makinesine çevirecek bir sonuçtur. Ve bu ilkeyi hayatlarında uygulayanlar, hiç şüphesiz, Kur’ân’ın “kötülükleri iyiliklere çevrilenler” şeklinde nitelediği insanlar arasında yer almaya lâyık kimseler olacaktır. Cahiliye döneminde öz kızını “Babacığım!” feryatları arasında kendi eliyle toprağa gömen babaya Resulullahın gösterdiği yol, işte bu yol idi.
Bu adam, Peygamberimize gelerek “Biz evlât katilleri idik” diye söze başlamış, sonra da öz kızını nasıl öldürdüğünü anlatmıştı:
“Benim bir kızım vardı. Ne zaman kendisine seslenecek olsam sevinçle bana koşardı. Bir gün yine onu çağırdım, peşim sıra geldi. Derken evden fazla uzak olmayan bir yerde bir kuyu başına ulaştık. Orada onu elinden tutup kuyuya attım. Onun ‘Babacığım, babacığım’ diye yakarışı hâlâ kulaklarımda çınlıyor.”
Onu dinlerken Resulullahın gözlerinin dolduğunu gören Ashabdan birisi “Allah’ın elçisini üzdün, yeter artık” diyerek adamı susturmak istedi.
Resulullah ona “Adamı bırak, içine dert olmuş bir şeyi anlatıyor” dedi. Sonra da adama dönüp “Sözüne devam et” buyurdu.
Adam sözünü tamamladığında, Resulullahın gözyaşları sakallarını ıslatacak hale gelmişti. O haliyle adamı teselli ederek “Allah Cahiliye döneminde yapılanları bağışlamıştır; sen şimdi iyilik yapmaya bak” buyurdu.
***
İnsanın yaratılışında asıl olan iyiliktir. İnsan, Rabbinin güzel isimlerine ayna olmak üzere ve o isimlerin parıltılarını kendi fiil ve eserlerinde de gösterecek bir yetenekle yaratılmıştır.
Kusurlu olarak yaratılışı da insanın sürekli bir gelişime aday olarak düzenlenmiş olduğunu gösterir. Kul böylece kendi kusurlarını araştıracak, öğrenecek, sonra onları kendi çabasıyla telâfi etmek üzere iyilikler işlemeye koyulacak ve hayatını sürekli bir gelişim içinde güzelleştirecektir.
Bundan da şu sonuç çıkar: Mü’min kul faraza hiç günah işlememiş olsaydı, gelişimi de büyük ölçüde akim kalacak, çünkü o kusurları telâfi etmek için ayrı bir çaba içine girmek ihtiyacını hissetmeyecekti. Sevgili Peygamberimizin “Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve yerinize günah işleyip bağışlanma dileyen bir topluluk yaratır ve onları bağışlardı” meâlindeki hadis-i şerifinde bu anlam saklı olsa gerektir.
Yaratılışta esas olan iyiliktir. Bu bahsimizde gördüğümüz gibi, kötülükler dahi iyiliklere vesile olmak suretiyle varlık âleminde bir işlev görürler veya görmelidirler. Günahlara sadece yanıp yakınmak için değil, yeni iyiliklere vesile yapmak niyetiyle bakılmalı ve her bir kötülük, büyüklüğüne göre, en az birkaç misli, belki çok daha fazla sayıda iyiliğe vesile yapılmalıdır.
İyilikler de küçümsenmemelidir; çünkü onların Allah katında nasıl bir ödüle lâyık görüleceğini biz bilemiyoruz. Bakarsınız, bir Allah kulunun yüzüne gülümsemekle ona verdiğiniz armağan, onun âleminde ve dolayısıyla Âlemlerin Rabbi katında nice amelin size kazandıramayacağı kadar ödüllerin vesilesi olur.
Sözün özü: Her gün ve her fırsatta kusur arayalım. Ama sadece kendi kusurumuzu arayalım ve onu da eseflenip durmak için değil, her günümüzü iyiliklerle doldurmak için arayalım. Üç günlük hayatımızdan en yüksek düzeyde verim almak için bundan daha büyük fırsat bulamayız.