Rüzgârı rahmetinin önünde müjdeci gönderen Odur.
Böylece, Biz gökten tertemiz bir su indirdik.
Tâ ki ölmüş bir beldeyi onunla canlandıralım, yarattığımız
nice hayvanlara ve insanlara ondan içirelim.
Doğrusu, öğüt alsınlar diye Biz onu aralarında çeşitli
şekillere çevirip durmaktayız. Yine de insanların birçoğu nankörlükten geri durmuyor.
Furkan Sûresi, 25:48-50
HAYATIN en önemli nimetini günlük hayatın basitliği
içinde bize sunan İlâhî rahmet, bu âyetlerin sade ve net ifadesinde de bu
nimetin hikâyesini özetliyor. Bunu yaparken de, zamanımızın şaşkın
anlayışlarına bir hikmet ve ibret dersi veriyor; tabiatçı ve tesadüfçü
telkinler altında bocalayan insana, kâinata nereden bakacağını gösteriyor.
Kâinattan söz eden diğer âyetlerde olduğu gibi, bu
âyetlerde de hemen dikkatimizi çeken bir özellik var:
Bize, herşeyden önce, olayın hedefi ve hikmeti
gösteriliyor.
İşte yağmurun hedefi ve hikmeti:
Ölmüş yeryüzünü canlandırmak, insanlara ve hayvanlara
temiz ve tatlı bir su içirmek.
İşte bu son derece açık, kesin ve gerçek bir hedeftir.
Yeryüzünde su bunun için vardır; yağmur bunun için yağmakta, nehirler bunun
için akmakta, yeraltı ve yerüstü kaynakları bunun için dolmaktadır. Yoksa,
bütün bu canlılar, tesadüfen içecek suya kavuşmuş olmadığı gibi, ölmüş
yeryüzünün dirilişi de suyu hazır bulduğu için kendiliğinden cereyan eden
tesadüfî bir olay değildir.
Canlıların imdadına gönderilen suyun tertemiz bir su
oluşu da aynı hakikati gösterir. Eğer o su tuzlu, acı veya kirli bir şekilde
ulaşacak olsaydı kimin işine yarardı? Yüce Yaratan, muhtaç kullarına içireceği
suyu okyanuslardan kaldırır da gönderir; ama bunu yaparken önce onu arıtır,
bitkilere yarayacak ve içilecek hale getirir. Sonra da rüzgâra emreder,
“Müjdele Benim kullarıma rahmetimi” diye.
İşte bu hadisedeki rahmet eseri o kadar aşikârdır ki,
âyet, o tertemiz suyu doğrudan doğruya “rahmet” olarak nitelemektedir. Sanki
rahmet cisme bürünmüş ve yeryüzündeki kullara yağmur olarak görünmüştür!
Güneş, rüzgâr, denizler, atmosfer, bulutlar—artık
bütün bunlar, gece gündüz rahmet üreten bir muhteşem tesisin elemanlarıdır.
Onların eliyle Yüce Yaratan hergün bir trilyon tondan fazla suyu havaya
kaldırır ve arıtır, o kadarını da yere indirir.
Bu işlemler sırasında su şekilden şekle girer:
Denizden havaya, havadan yere, toprağın üstünden
altına, akarsulara, göllere, denizlere, bulutlara geçer.
Kimi zaman yağmur olur, kimi zaman buhar, kimi zaman
da kar olur, buz olur, dolu olur.
Yerüstü ve yeraltı kaynakları taze sularla dolar dolar
boşalır.
Okyanusların suyu her 2-3 bin senede bir, son
damlasına kadar yenilenir.
Bazan kar olup ovaların üzerini kaplar su, tâ bahar
gelip de dirilecek canlar su isteyinceye kadar.
Bazan da buzullarda, buzdağlarında depolanır, yüzlerce
veya binlerce sene bekler.
Çoğu zaman usul usul yağar nazenin çiçeklerin yüzüne.
Fakat zaman olur, cumulonimbus bulutlarının arasından
mermiler gibi boşanır.
Bütün bunlar, yeri ve göğü kudretinde tutan bir rahmet
sahibinin emriyle olur.
Bütün bunlar, biz kulların yararlanması için yapılır.
Güneşi O gönderir bizim için. Okyanusları gün ışığına
yükleyip O havaya kaldırır, rüzgâra bindirir, bize gönderir. Biz kulların
dualarına cevap olarak, suyu şekilden şekle sokar. Eğer su şekilden şekle
girebiliyorsa, O bize rahmetini göndermek istediği içindir. Yoksa, yağmurun
yağması ve suyun çeşitli kaynaklarda toplanması, suyun böyle bir özelliğe sahip
oluşunun kendiliğinden gelişen bir sonucu değildir.
Âyet, suyun yaratılışı ve kulların imdadına
gönderilişi için hikmet olarak kulların ihtiyacını gösteriyor.
Sonra, bu hikmeti göstermesindeki hikmeti de
gösteriyor:
“Öğüt alsınlar diye.”
İşte şu hikmet, bizim su kadar esaslı bir ihtiyacımız
değil midir?
Lâkin, her zaman olduğu gibi, şu zamanın da nice
şaşkın insanları var ki, nankörlükten geri durmuyor ve gözleri önünde cereyan
eden bunca rahmet mucizelerinden öğüt alacağı yerde, onları tabiat ve tesadüf
gibi şeylere mal ederek, kendisiyle birlikte bütün bir âlemi anlamsızlık ve
hiçlik çukuruna atıyor!
Üstelik bu yöndeki telkinler hayatımızı öylesine sistemli
bir şekilde istilâ etmiş bulunuyor ki, iman ehli bile, her ne kadar herşeyin
yaratıcısı olarak tek bir Allah’a inansa da, kâinat kitabına baktığı zaman, bu
kitabın âyetlerini o kadar net bir şekilde göremiyor.
Onun için, şu âyetlerin bize gösterdiği yönteme ve
herşeyde İlâhî hikmetin eserini araştıran bir bakış açısına, bugün su gibi,
hava gibi muhtaç bulunuyoruz.