Bir mü'min özelliği: Boş şeylerden arınmak



    

Onlar boş şeylerden yüz çevirenlerdir.
Mü'minun, 23:3


ÜMİT ŞİMŞEK     

İmanın sadece “Allah’a inandım” demekle olup bitecek basit bir işlemden ibaret olmadığını gösteren âyetlerden bir grup âyet “Mü’minûn (mü’minler)” adındaki bu sûrenin başlangıcını teşkil etmektedir. Bunun benzeri bir başka âyet kümesi ise, bazı küçük farklılıklarla Meâric sûresinde yer almıştır.

Her iki âyet kümesi de Mekke döneminde inen sûreler arasındadır ve her ikisi de imanla doğrudan ilişkili olan bazı nitelikleri saymak suretiyle, imanın “Ben inandım” demekle olup biten bir hadiseden daha derin ve daha zengin anlamlar içerdiğini göstermektedir. Şöyle de diyebiliriz:

Bir kişinin imanı, Kur’ân’ın saydığı bu mü’min özelliklerinden ne kadarını hayatında yansıttığına bağlı olarak bir güç, derinlik, anlam ve kalite kazanmaktadır.

Şimdi, bu tesbitlerin ışığında, konumuz olan âyete, bu âyet kümesinin bütünü içinde göz atalım ve iki noktaya dikkat çekelim:

 

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.
Onlar namazlarında derin bir saygı ve alçakgönüllülük içindedirler.
Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.
Onlar zekât için çalışırlar.
Onlar iffetlerini korurlar.
Ancak eşlerine ve ellerinin altındakilere  karşı müstesna—bunlar kınanmazlar.
Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar hadlerini aşmış olanlardır.
O mü’minler, emanet ve ahidlerine riayet ederler.
Onlar namazlarını da gözetir ve korurlar.
İşte onlar vârislerin tâ kendileridir.
Onlar Firdevs Cennetlerine vâris olurlar ve orada ebediyen kalırlar.[1]

Birincisi: Görüldüğü gibi, sûre “Mü’minler kurtuluşa erdi” müjdesiyle başlamış, ama sözü orada bırakmamış, bu müjdeye hak kazanan mü’minlerin özelliklerini saymıştır. Bu durumda, kurtuluşa eren ve âyet kümesinin sonundaki Firdevs Cenneti – ki Cennetlerin en yükseği ve en üstünüdür – gibi bir ödüle hak kazanan mü’minlerin, bu sayılan niteliklere sahip olması gerektiği gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

İkincisi: Mekke döneminde inen bu âyetler, son derece çetin şartlar altında ve her taraftan düşmanlarla kuşatılmış bir çevrede var olma mücadelesi vermekte olan mü’minlerin hayatını tanzim ediyor, imanlarına yakışır bir hayat modelini onların kodlarına işliyor ve gelecek nesiller için onları birer imtisal numunesi olarak yetiştiriyordu. Onlar sadece iman etmeyi değil, “mü’min olmayı” öğreniyorlar ve bu öğrendiklerini hayatlarına yansıtıyorlardı. Eğer biz de “İman şartları şunlar, İslâmın şartları bunlar” şeklinde listeler ezberlemekten öteye geçebilir ve imandan doğan bu güzellikleri hayatımıza yansıtabilirsek, hiç şüphe yok ki, bizim imanımız da kıvamını bulmaya başlayacaktır.

Bu tesbitlerin ışığında, konumuz olan âyetin imanla ve hayatımızla ilgisine gelince:

Mü’minlerin ilk özelliğini bu âyetler “huşû içinde namaz kılmak” şeklinde tanımlıyor. Huşû konusu üzerinde ayrıca durmak gerekiyorsa da, en azından şekil yönüyle namaz bizim aşina olduğumuz bir hadise olduğu için, “namaz kılan mü’min” tasavvuru zihnimizi zorlamıyor. Fakat namazın hemen akabinde gelen ve namazla bağlantısında şüphe olmayan bir başka özellik daha var ki, imanımızın kalitesi açısından bizi hem zorlu, hem de sürekli bir muhasebeye çağırıyor:

“Kurtuluşa eren mü’minler, boş ve faydasız şeylerden yüz çeviren kimselerdir” diyor âyet-i kerime.

Âyette geçen “lâğv” kelimesi, boş, gayesiz, anlamsız, hiçbir işe yaramayan bâtıl söz ve davranışları içine alıyor. Kur’ân-ı Kerim, muhtelif âyetlerinde bu kelimeyi mü’minlere lâyık bir hayattan uzak olması gereken bir kavram olarak kullanmıştır:

Onlar yalan şahitlik etmezler, boş söz ve davranışlarla karşılaştıkları zaman ağırbaşlılıkla oradan geçip giderler.[2]

Boş söz işittiklerinde ondan yüz çevirirler ve “Bizim işimiz bize, sizin işiniz size,” derler. “Size selâm olsun. Bizim cahillerle işimiz olmaz.”[3]

Orada [Cennette] ne boş bir söz işitirler, ne de bir yalan.[4]

Orası Adn Cennetleridir ki, Rahmân onu kullarına görmedikleri halde vaad etmiştir. Onun vaadi ise yerini bulacak bir vaaddir.

Orada onlar boş söz işitmezler, ancak esenlik işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da hazırdır.

İşte kullarımızdan takvâ sahiplerini vâris kılacağımız Cennet budur.[5]

Okuduğumuz âyet-i kerimede mü’minlerin boş şeylerden yüz çevirme özelliğinin namazdan hemen sonra gelmesi, ibadeti engelleyici özelliğine işaret ettiği gibi, daha başka bir âyet de inkârcıların Kur’ân’ı bastırmak için onu boş lâf ve gürültülere boğacak çarelere başvurduklarını da bize haber vermektedir:

İnkâr edenler, “Bu Kur’ân’ı dinlemeyin; okunurken onu gürültüye boğun,” dediler. “Böylelikle ona üstün gelirsiniz.”[6]

Faydasız ve oyalayıcı şeylerin Kur’ân’da bu kadar vurgulu ve mükerrer şekilde reddedilmesinin çok önemli sebepleri vardır:

·         Bunlar insanı hayattan ve hayatın anlam ve amacından uzaklaştırır, gerçek hayat ile bağlantılarını koparır.

·         İnsana niçin yaşadığını, hayattan neler beklediğini unutturur, kendisine ve çevresine karşı sorumluluklarını ihmal ettirir.

·         Zihnî yeteneklerini ve konsantrasyonunu zaafa uğratır.

·         Yeni bilgi ve beceriler edinmekten alıkoyar, dünyasına ve ahiretine faydalı olabilecek meşguliyetlerden uzaklaştırır, yeni teşebbüsler için insanda istek ve cesaret bırakmaz.

·         Sürekli olarak amaçsız şekilde daldan dala atlamalar, amaçsız ve verimsiz meşguliyetler huzursuzluğa ve kaygıya yol açar.

·         Sosyal medya uygulamalarınden her biri, hayatın bütününe talip olan bir tuzaktır. Onlardan her biri tuzağına düşürdüğü kimselere, haberden alışverişe, filmden oyunlara kadar akla gelebilecek herşeyi sunmak iddiasındadır. Bunlar görünürde insana birçok alanda kolaylık sağlarken, bir yandan da onun gerçek hayatla bağlantılarını birer birer koparır.

Bütün bunlardan çok daha önemlisi ise şudur: Bu tür bağımlılıklar, insanı her yönden tam anlamıyla tatmin edecek ebedî bir hayatı kazanmak için yegâne sermayesi olan hayatını boşa harcatarak onu hüsranların en büyüğüne sokar. Oysa hiçbir insan, bundan çok daha hafif bir ziyana yol açacak, meselâ bir villa almasına yetecek sermayeyi kibritle tutuşturmak gibi bir deliliğe hiçbir zaman talip olmayacaktır.

***

Eğer Kur’ân-ı Kerimin bu âyet kümesinde övdüğü ve müjdelediği seviyede bir mü’min hayatına kavuşmak istiyorsak, kanaatimizce, bunun anahtarı işte bu âyettedir ve ilk yapacağımız iş, hayatımızda bu özelliklere yer ayırmak, daha doğrusu yer “açmak,” yani “boş şeylerden yüz çevirmektir.” Bu aslında insan neslinin günümüzdeki en büyük problemlerinden biridir ve pek çok insan bu dertten kurtulmanın yollarını aramakta, bulmakta, bu konuda çareler üretmekte ve yöntemler geliştirmektedir. Hepimiz biraz gayretle tarzımıza uyan bir yöntemi bulabilir ve ciddî bir niyet ve azimle onu uygulayabiliriz. Çok da zor olmayan bu işte en âcil ödülümüz, çöplerden arındıkça onların bıraktığı yeri doldurmakta olan güzellikler olacaktır. Firdevs Cennetine lâyık bir mü’minin özelliği olan huşû içindeki bir namaz da bu güzelliklerden biri, belki de en güzeli olsa gerektir.

 

Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, Müslümanlığının güzelliğindendir.[7]

***

Bu yazının video kaydını buradan izleyebilirsiniz:



[1] Mü’minun, 23:1-11.

[2] Furkan, 25:72.

[3] Kasas, 28:55.

[4] Nebe’, 78:35.

[5] Meryem, 19:61-63.

[6] Fussılet, 41:26.

[7] Tirmizî, Zühd: 11; İbn Mace, Fiten: 12; Müsned, 1:201.