Dünyanın dirildiği gün


 

ÜMİT ŞİMŞEK

 

Yeryüzünde haşir provaları hiçbir zaman eksik olmaz. Her zaman bir yerlerde bahar mevsimi yaşanır ve ölmüş yeryüzü orada tekrar dirilir. Eğer bütün dünyayı tek bir resim halinde gözümüzün önüne getirebilseydik, kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye doğru kayan bir şerit halinde baharın bir mekik gibi yeryüzünü rengârenk nakışlarla süslediğini görecek ve bir yerlerde ölüm uykusuna yatan yeryüzünün o nakışlar arasında sürekli şekilde dirilişini seyredecektik.

Bitkiler ve hayvanlar âleminde bu senelik haşirler sürüp giderken, bir yandan da insanlık her sene Büyük Haşrin bir provasını gerçekleştirir yeryüzünde. Bu, aslına en yakın provadır. Gerçi meydan bu dünyanın meydanı, cesetler bu dünyanın malıdır; fakat ruhlar, dünyanın bütün süslerini arkalarına atmış ve ikişer parça beyaz beze bürünmüş şekilde, Yer ve Gökler Rabbinin huzurunda dizilmişlerdir. Her sene, Arefe günü Arafat meydanında toplanan milyonlarca kul, varlığını her taraftan kuşatan tekbir ve telbiyeler arasında, Rabbinin huzurundaki o büyük duruşu bilfiil yaşar. Bu arada, bedenleri dünyanın dört bir köşesine dağılmış milyarlarca insanın kalbi de onlarla birlikte, aynı meydanda atar.

 

***

 

Ne yazık ki, bu büyük manzarayı görmek için sadece güçlü bir hayale sahip olmak yetmiyor. Dünyamızı dolduran parazitlerden yoğun bir gayretle kurtulmadıkça, Arefe gününün Dünyamız için ifade ettiği mânâyı lâyıkıyla görebilmemiz mümkün değildir. Her ne kadar son yıllarda medya Hac haberlerini daha yoğun ve canlı bir şekilde aktarmaya başladıysa da, “haber” ölçütlerimiz temelden bir değişikliğe uğramadığı için, bu yoğunluk bile manzarayı bütün ihtişamıyla hayalimizde canlandırabilmek için kâfi gelmiyor. Çünkü biz yine bu gezegenin üzerinde göz açıp kapayıncaya kadar bir hayat süren ve sonra kaybolup gidiveren birkaç küçük adamın çıkardığı gürültüleri haber niyetine dinleyip seyretmeye devam ediyoruz. Bu tür gürültüler de yeryüzünden hiçbir zaman eksik olmadığından, asıl haberler kendilerine bu çakma haberler arasında yer bulmak zorunda kalıyor. Onun için, senede bir defa Arafat meydanına yönelip de orada olanları anlamaya çalışsak bile bunun izi pek çabuk kayboluveriyor.

 

***

 

Bizi asıl haberlerin heyecanından mahrum kılan bir başka sebep de ekranda gördüğümüz suretleri, asıllarının yerine koymamızdır. Oysa bizim ekranda seyrettiğimiz, ya masamızın üzerinde veya odamızın bir köşesinde iki boyutlu küçük bir alanı ancak dolduran cansız görüntülerden başka birşey değildir. Mahallinde yaşadığımız takdirde bütün dünyamızı kaplayacak olan şey, böylece, âlemimizin çok, ama çok küçük bir köşesine görüntü halinde sığdırılmış olur.

Eğer ekranın bu zaafını dikkate alıp da onun eksik bıraktığını hayal gücümüzle tamamlamaya çalışırsak, problemi büyük ölçüde çözmüş sayılırız. Fakat seyrettiğimiz sınırlı hayali gerçek manzara yerine koyduğumuz için, haberi bütünüyle kaçırmasak bile onun büyüklüğünü kaçırıyoruz.

Şimdi bütün bu peşin kabullerimizden ve her türlü sınırlamadan uzak bir şekilde, Dünyayı uzayın derinliklerinden seyreden bir hayalî bakışla bir Arefe gününün “haberini” takip etmeye çalışalım:

Her köşesinden yükselen ve Arafat meydanında yoğunlaşan tekbir sadalarını milyarlarca ağızla kâinata haykırarak uçup giden bir gezegeni görür gibi olmayacak mıyız?

Gören hayal gücümüz ise de, görülen hayal değil, gerçeğin kendisi, daha doğrusu yine bir kısmıdır. Gayb âlemlerindeki asıl manzarada ise, yeryüzünün bütün geçmiş ve gelecek haşirleri, vakfeleri, tekbir ve telbiyeleri bir arada görülür, hep birlikte işitilir.

Dünyayı 23 senelik irşadıyla bu hale getiren bir zâtın Yer ve Gökler Rabbi katında da, yer ve gökler ahâlisinin gönüllerinde de niçin bu kadar sevildiği sorusu, işte bu büyük resimde cevabını bulur.