ÜMİT ŞİMŞEK
Rüzgâr diye birşey yoktur aslında.
O havadır.
Hava ise görülmez.
Yalnız kılıktan kılığa girer.
Çoğu zaman, aldığımız nefestir o. Damarların en ücra köşelerine kadar gider, can olur.
Sonra, kelime olur dudaklarda.
Kulaklar, sözleri ondan dinler.
Kuşlar bir yandan, gök gürültüsü bir yandan, ona yükler seslerini, öylece gönderir işitenlere.
Çiçekler ve böcekler onunla haberleşir.
Kokular, tıpkı sözler gibi yayılır hava zerreleriyle.
Birer çağrı olur, ulaşır gideceği yere.
Çağrıyı alan, aynı hava zerrelerine biner ve gelir.
***
Başımızı kaldırdığımızda, gökyüzü olarak görürüz onu. Gündüzü maviye, fecir ve gurupları kızıla boyayan onun rengidir.
Hiçbir zaman bir yerde durmaz o.
Sessiz ve sakin bir odada havanın hiçbir hareketini görmezsiniz. Fakat o, kimseye birşey hissettirmeden, saniyede yüzlerce defa bir duvardan diğerine gidip gelmiştir.
***
Zaman olur, bir meltemle okşar yüzleri.
Serinlik taşır denizlerden.
Yapraklar onun elinde oynaşır ışıl ışıl.
***
Bazan, aldığı emrin coşkusuyla denizleri kaldırır havaya.
Soğukluğuyla iliklere kadar işler.
İnsanlar sığınacak yer arar bir görünmez hava zerresinden kurtulmak için.
Yine de, o haliyle girdiği bedenlere can olur Rabbinin izniyle.
Hem kudretin, hem rahmetin bir habercisi olur.
Rüzgâr da olsa, fırtına da olsa, o yine bir nefestir aynı zamanda.
Onu gönderen, bir görünmez varlıkla canlara can katar, varlığı dahi hissedilmeyen bir zayıf yaratığın eliyle karaları ve denizleri çalkalar.
***
Rüzgâr diye birşey yoktur aslında.
O, Yer ve Gökler Rabbinin kullarından bir görünmez kuldur ki, bazan rüzgâr adını alır.
Estiğinde, Onun emri ve Onun müjdesiyle eser.
Rahmetin gelişini, kullar Ondan haber alırlar.
***
Yağmur gelir ve geçer.
Gökler temizlenir.
Güneş yine ışıldamaya başlar.
Ama o yine oradadır.
Yahut o gitmiş, yerine başkası gelmiştir.
Sadece, rüzgâr değildir artık.
Bu defa gökyüzüdür, nefestir, havadır.
Ve sessizce bir sonraki emrin bekleyişindedir, müjdeler taşımak için.