Üç harflinin de üç harflisi var!

 


“En Tehlikeli Üç Harfliler” başlıklı yazımızda, asıl korkulması gereken üç harflinin “ben” olduğu üzerinde durmuştuk. Kelimenin Arapçadaki ve Batı dillerindeki “ene” ve “ego” şeklindeki karşılıkları da, dikkat çekici bir şekilde, yine üç harfli olarak karşımıza çıkıyor.
Fakat en tehlikeliden daha tehlikeli bir üç harfli daha var.
 
Daha doğrusu, en tehlikelinin daha da tehlikeli bir hali. Yazımızın devamında bu konuya geliyoruz:

 

Ben’in daha tehlikeli bir hali vardır ve o da bir başka üç-harfli olan “biz” halidir. Her ne kadar Bediüzzaman “ene’yi nahnü’ye çevirmek” denen bir hadiseden söz ediyor ve bunu talebelerine hedef olarak gösteriyorsa da, bu, bir buz parçası halindeki ene’nin havuzda erimesi halinde söz konusudur. Yoksa, erimemiş ben’lerin bir araya gelmesinden beklenecek sonuç bir havuz değil, olsa olsa buzdağları olabilir. Aynı hakikate Martin Luther King de hapishaneden yazdığı meşhur mektubunda temas etmiş ve Reinhold Niebuhr’a atıfta bulunarak, “toplulukların fertlerden daha fazla ahlâksızlaşmaya meyyal olduğundan” yakınmıştır.

Mesele topluluğun kendisinde değil, ne suretle bir araya geldiğindedir. Cemaatlerin fertleri, eğer ben’lerini eriterek hak bir yolda bir araya gelmişlerse, artık o topluluktan işiteceğiniz ses, Hüve’den başkası olmayacaktır. Bu takdirde cemaat ne kadar büyürse, tevazu da o kadar büyür ve Hüve’ler o nisbette gür bir sadâ olur:

Meselâ nasıl ki küçük Hüve, Hüve, Hüve’lerden mürekkep büyükçe Hüve, Hüve yazılır. Sonra bu Hüve’lerden mürekkep çok büyük bir Hüve olur. Hem nasıl ki bir taburun hücumunda veya bir halka-i zikrin cezbesinde Allah Allah Allah derler ve onların seslerinden terekküp eden büyük ve cemaat sadâsıyla büyük bir tarzda Allah Allah kelimesi işitilir. Ve bunların seslerinden terekküp eden taburun sadâsı dahi büyük ve geniş bir telâffuzla Allah Allah Allah dediğini işittirebilir. . . .

Bu pasajı, bir de Hüve’lerin yerine ene’leri koymak suretiyle okumaya  çalışın:

Meselâ nasıl ki küçük Ene, Ene, Ene’lerden mürekkep büyükçe Ene, Ene yazılır. Sonra bu Ene’lerden mürekkep çok büyük bir Ene olur.

Bu şekilde, ene’lerden meydana gelen bir “nahnü” ile kibir yarışına çıkabilecek kim vardır? Fâil-i Hakikî bütünüyle ihmal edilmiş, her türlü tevfik ve inayet doğrudan doğruya cemaate atfedilir olmuş, erişilen muvaffakıyetlerin birer haddini bilme imtihanından ibaret olduğu gerçeği unutulmuş, “Bunu bilgimle kazandım” diyen Karun’un tavrını hatırlatan övünmeler bir topluluğun şiarı haline gelmiştir.

İşin gerçeğine nüfuz edebilenler, bütün bunların bir büyüklük göstergesi olmadığını görmekte güçlük çekmezler. Çünkü insanda kibir büyüklüğün değil, küçüklüğün alâmetidir. İnsanlar küçüldükçe kibirleri de o nisbette büyür. Ne var ki, küçük insanların topluluklarına bu gerçeği anlatmanın yolu henüz keşfedilmiş değildir.

-- Ümit Şimşek