Geçtiğimiz yıl Kadınlar Gününde “Kırmızı Çizgi” adı altında Vodafone ile ortaklaşa bir dil katliâmı başlatan (bkz. Toplumsal Cinsiyetçilerin Son İcadı: Yapay Şizofreni) Hürriyet gazetesine en okkalı cevap, Habertürk yazarı Murat Bardakçı’dan gelmişti. Bardakçı’nın https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/2063080-ertugrul-ozkokun-savundugu-o-kirmizi-cizgi-turkcenin-kanidir adresinden orijinaline ulaşabileceğiniz yazısını bir kere daha hatırlıyoruz:
Ertuğrul Özkök’ün savunduğu o ‘kırmızı çizgi’, Türkçe’nin kanıdır!
MURAT BARDAKÇI
Hürriyet’ye yirmi küsur sene çalıştım ama bu yirmi sene boyunca o zamanlar Genel Yayın Müdürümüz olan Ertuğrul Özkök’ün çehresini son bir hafta-on gün içerisindeki kadar sık ve neredeyse hemen her dakika asla görmedim!
İnternette bir haber mi okuyacağım? Tıklıyorum, karşıma Ertuğrul Özkök çıkıyor! “Bana bakın, bundan böyle aha bunlar, bu kelimeler artık yookk!” buyuruyor.
“Kırmızı Çizgi” diye bir hareket başlatmışlar, artık ayırım gösteren, cinsiyetçi bir dil kesinlikle olmayacakmış, bu maksatla yayıncılık anlayışlarını da değiştirmişler. “İşadamı” yahut “işkadını” yerine bundan böyle “iş insanı” varmış. “Adam gibi davranmak” değil “İnsan gibi davranmak” diyeceklermiş. “Kadın yazar”, “erkek yazar” da olmayacakmış ve ne varmış? Sadece “yazar”!
“Kırmızı Çizgi” dedikleri işgüzarlık, aslında bir “lügat budama” çabası!
Ertuğrul ağabey hızını alamamış olacak ki, bu “cinsiyetçi dil” işini atalarını redde kadar götürüp “Benim ‘Kızını dövmeyen dizini döver’ diyen bir atam yok. Böyle bir atam olmadığı için böyle bir lâf da yok. Yani benim yazılarımda böyle bir cümle görmeyeceksiniz’” diyor ve bizlerden de bu deyimleri kullanmamamızı istiyor!
Hatırlatayım: Kelime tekrarları ile dolu bu bozuk-düzen Türkçe bana değil, aynen Ertuğrul Bey’e aittir!
Bu kelimeleri ve deyimleri cân-ı azîzin istemiyorsa kullanma ağabeyciğim, zaten birkaç yüz kelimeye inip kavram ve söz fukaralığından yerlere serilmiş vaziyette olan güzelim Türkçe’ye bir tekme de sen vur ama Allah aşkına cürmüne etrafı da âlet etmeye çalışıp kendine suç ortağı arama!
“Falanca deyimi kullanmak insanı fenalık yapmaya sevk eder, filânca ifade de tecavüzcü sayısını arttırır” gibisinden vehimlerle lügat kazıyıp dili doğramaya kalkışmak, havariliğe soyunan öyle iki-üç eşitlik düşkünü entelin iddia ettiği gibi “dilde cinsiyetçi ayırıma son vermek” falan değil, lisanı kesip biçmek ve daha da fakirleştirmekten ibarettir. Asırlardır kullanılan kelimeler ile ibareleri dilden söküp atarak, nüansları da katlederek insanları eğitemez, ruhlarını zenginleştiremezsiniz. Bu iş gelişmişlik falan da değildir, dilde sadece süflîliğe, pespayeliğe ve zevksizliğe sebebiyet veren bir işgüzarlık etmiş ve milleti cahil bırakmış olursunuz, o kadar!
ARTIK ‘ÖKÜZ’ VE ‘İNEK’ DE DEMEYELİM!
Misal mi arıyorsunuz? İşte, yeni uydurulan “iş insanı” garabeti! Bu tuhaflığı ardarda birkaç defa tekrar edin ve “insan” ibâresinin “hayvan” çağırışımı yaptığını fark edemediğiniz takdirde zevkinizi gözden geçirin!
Şimdi bu garip mantığa uyduğumuzu, ifadelerdeki cinsiyetçi ayırımlardan uzak durup bu kelimeleri ve kavramları kullanmadığımızı farz edelim…
“Kadın hastalığı” yerine “insan hastalığı” diyeceğiz! “Erkek pantolonu” da “insan pantolonu” yahut sadece “pantolon” olacak! Siz yoksa hâlâ “Kadının fendi erkeği yendi” tuhaflığında mısınız? Aman ne kadar ayıııp! Medenî olun, “İnsanın fendi insanı yendi” demeye alışın! Etrafınızdakiler “Ne söylüyor bu herif?” diyebilirler ama desinler, siz kendinizi ayırım belâsından uzak tuttunuz ya, kâfidir…
Hattâ sadece “kadın” ve “erkek” kelimelerini değil, “ana” ve “baba”yı da kullanmamaya özen gösterin, zira bu iki kelimenin temelinde de cinsiyet ayırımı vardır. Dolayısı ile sakın hâââ “anne yüreği” falan demeye kalkışmayın, başka bir söze, meselâ “doğurgan insan yüreği”ne alışın!
Ne? “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” mı dediniz? Utanın ve hemen çağdaşlaşın! “Her başarılı insanın arkasında bir insan vardır” diyeceksiniz, yoksa Ertuğrul ağabeyiniz hiddet buyurur!
Ertuğrul Özkök’ün tavsiyesine uyup “cinsiyetçi ayırımı ortadan kaldırma” işinde hayvanları da unutacak değiliz ya! “Öküz” ve “inek” kelimeleri artık terk edilecek ve “Ot yiyen ama koyundan büyük dört ayaklı mâlûm hayvan” gibisinden sözler edecek yahut “sığır” tarzında birşeyler geveleyeceğiz. “Erkek kedi” ve “dişi kedi” de “kedi”ye dönecek, gerçi meramınızı anlatabilmemiz için söz uzadıkça uzayacak ama ne gam!
Böyle saçmalıkları sıralamaya kalkışırsam, emin olun, ortaya sayfalar dolusu bir kitap çıkar…
LÜGAT KAZIMAK SADECE CAHİLLEŞTİRİR!
Senelerdir yazıp söylerim: Türkçe zengin ve gayet âhenkli bir lisan idi; hele İstanbullu, özellikle de Boğaziçili hanımların dudaklarından melodi gibi dökülürdü ama “dil inkılâbı”, “Öztürkçe”, “arındırma” vesaire gibisinden heveslerle o güzelim Türkçe’nin canına okuduk! Lisan katliamının başrolünde vazifesi dili korumak olduğu halde katletmeyi tercih eden ama aklı seneler sonra başına gelen fakat iş işten geçtiği için artık hiçbir derde devâ olamayan Türk Dil Kurumu vardı. Derken “sözlük budama”nın tacizin ve tecavüzün önüne geçeceği zannedildi, hattâ geçenlerde bir mahkeme “cinsiyetçi ayırımı engelleme” merakı ile lügatten kelime atmaya heveslendi ve bu dil katliamının önderliğini şimdi Ertuğrul Özkök yapıyor!
İnternetteki haberleri her tıklayışımda karşıma çıkan Ertuğrul Ağabey’in “Benim ‘kızını dövmeyen dizini döver’ diyen bir atam yok. Böyle bir atam olmadığı için böyle bir lâf da yok” demesi, yani işi ayıptan da öte bir reddimiras boyutuna getirmesi işin vahametini açıkça göstermektedir. Hele “Böyle bir söz de yok” diyeceği yerde Türkçe’de tahkir maksadıyla kullanılan ve ifadeyi kabalaştırıp avamlaştırmaktan başka işe yaramayan “lâf” sözünü sarf etmesi, heves edilen yeni dilde zerafetten eser bulunmadığının delilidir!
Ertuğrul Ağabey; bak, Orta Amerika’ya gidip oradaki piramitlerin esrarını arıyorsun, İtalyan kasabalarında zevk u safâdasın, hattâ önceleri umreye gitme bahtiyarlığına bile eriştin; dolayısı ile gez, dolaş, devriâlemlerine devam et ama Allah aşkına lûtfet, inayet buyur, kerem göster ve Türkçe’den elini çek!
Zira milleti davet ettiğin “kırmızı çizgi” hareketinin rengi hakikaten kırmızıdır ama sadece işgüzarlıktan ibaret olan bu hareket cinsiyetçi ayırıma son verebilecek bir çaba değil, keskin yeri kızıla bürünmüş bir paladır ve kızıllık da elbirliği ile doğramaya çalıştığınız Türkçe’nin kanıdır!